İran Kültür Bakanlığı’nın davetlisi olarak gittiğim; Tahran, İsfahan, Şiraz ve Yezd gezim, oldukça verimli geçti… Tarihi Pers Kültürü vatanı olan İran; Şiirin Başkenti Şiraz, Anadolu Türkmen-Zaza Aleviliği kaynağı Horasan ve Deylem, Karız-Qanat Yeraltı Su Kanalları Müzesi Yezd, Selçuklu Mimari Mirası İsfahan ve Tahran Özgürlük Vadisi Derbent vb. bizleri çağırıyor, yeniden…
Hazar Denizi ile Basra Körfezi (Persian Gulf) arasında ve Afganistan’dan Türkiye’ye kadar uzanan 1 648 000 kilometrekare alanı kaplayan ve yaklaşık 60 milyon nüfusa sahip olan komşumuz İran’da; Farslardan başka, Türkmen, Kaşkai, Azeri, Arap, Kürt, Lor, Taliş, Bahtiyar ve Beluş Halkları yaşamaktadır. Bu halkların farklı dili ve kültürleri olmasına karşın, resmi dil Farsça ve yazı dili ise Arapçadır.
Eski adıyla Arya ülkesi olan, daha sonra Eran, şimdilerde de adı İran olan bu coğrafya, pek çok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. Özgün bir yeraltı su kanalları sistemi olan İran Karızları-Qanatları Araştırma Enstitüsü ve UNESCO-IHP’nin davetlisi olarak, Türkiye’yi temsilen katıldığım Dünya Su Forumu etkinliğinde; “Anadolu Su Medeniyeti-Göbeklitepe Mucizesi” başlıklı bir bildiri sunmak ve adı geçen başlıkta, TRT Belgesel Kanal adına çektiğim belgeseli göstermek üzere; 11 yıl sonra yeniden, köklü bir tarihi ve kültürel zengin mirası olan kapı komşumuz İran’ın Yazd şehrine gittim. İran’a vize uygulaması olmadığı için, kara yolu ile de rahatça gidiliyor. Kapı komşumuz İran, Türk gezginleri bekliyor, yeniden… Bu İran gezimde: Tahran, İsfahan, Yezd ve Şiraz kentlerinin, beni etkileyen turistik ve kültürel zenginliklerini, siz değerli İran dostlarıla paylaşmak isterim…
Başkent Tahran (Farsça: تهران), İran'ın başkenti, Tahran Eyaleti'nin merkezi ve 18 milyonu aşan metropol nüfusuyla İran'ın en büyük kentidir. Hazar Denizine yaklaşık 100 km uzaklıkta, Elburz Dağlarının güney yamaçlarında bulunur.
Eskiden başkent Rey'in yakınlarında küçük bir köydü. Rey'in İS 1220'de Moğollar tarafından yıkılmasından sonra kent halkının büyük bölümü Tahran'a yerleşti ve Tahran bir kent olarak gelişmeye başladı; Rey'in kalıntıları günümüzde Tahran'ın güneyindedir.
Kaçar Hanedanı'nı (1779-1925) kuran Ağa Muhammed Han, 1785'te ele geçirdiği Tahran'ı 1788'de başkent ilan etti. Bu tarihten sonra hızla gelişen kent günümüze değin İran'ın başkenti olarak kaldı. Kaçar Hanedanı'nın 1925'te devrilmesinden sonra tahta çıkan Şah Rıza Pehlevi'nin (hükümdarlığı 1924-41) hükümdarlığı sırasında büyük ölçüde genişledi. II. Dünya Savaşı sırasında, kentte Tahran Konferansı olarak bilinen bir toplantı düzenlendi (1943). Muhammed Rıza Pehlevi'nin hükümdarlığı sırasında (1941-79), petrol sanayisindeki gelişmenin de etkisiyle kent hızla modernleşti. 1979'da Şah'ın devrilerek İran İslam Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra, ekonomik ve siyasal sorunlar nedeniyle kent bir duraklama dönemine girdi.
Tahran, İran’nın en modern şehri. Bu modern yapıyı, her ne kadar eski semtlerinin dönüştürülmesi ve kültürel mirasının önemli bir bölümünün yıkılmasıyla kazanmış olsa da durum böyle. Birçok modern / geleneksel kafe ve restoran bu şehirde toplanmış. Şehrin en popüler yemeği, safranlı basmati pirinç pilavı yanına kebap birlikteliğinden ortaya çıkan Chelo Kebap çok leziz…
İran’da toplam 12 tane kayak merkezi varmış ve bunlardan en ünlüleri de Tahran’a 1-3 saatlik mesafedeki Tochal, Dizin ve Shemshak kayak merkezleri, alternatif kış turiminin aranan yerlerinin başında gelmektedir. Özellikle, 21 Mart Nevruz Bayramı Tahran şenliklerini kaçırmayınız… Farklı kültürlerin kardeşçe ve sorunsuz bir arada yaşadığı, ender yerlerden biridir başkent Tahran… Tahran’da Azeriler, Kürtler, Ermeniler, Lurlar başta olmak üzere birçok azınlık olsa da nüfusunun çok büyük bölümü İranlı. Azınlıklar, hem kendi dillerini, hem de Farsça konuşuyor.
Tahran’da gezilecek yerler: Gülistan Sarayı: Gözlerimiz güzelliği karşısında eridi, kalmadı. Müthiş göz kamaştırıcı bir yer. Gülistan Sarayı (Golestan Palace) UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde ve Kaçar Hanedanlığı’nın Tahran’a kazandırdığı en güzel miras. Mimarlık ve el sanatları alanlarındaki köklü Pers kültürünün Batı tekniği ve mimarisi ile birleştiği bir başyapıt. Havuzlarla dolu bahçesi, içinde ve dış cephesindeki zengin 19. yüzyıl el işçiliği ve ihtişamıyla ünlü galerileriyle burası Doğu’nun Versay Sarayı. Ulusal Mücevher Müzesi, Niavaran Sarayı, Tahran Çarşısı (Tehran Bazaar) – Tecriş Çarşısı (Tajrish Bazaar), İran Ulusal Müzesi, Sadabad Müze Kompleksi, Azadi Kulesi (Özgürlük Kulesi),1971’de Fars İmparatorluğu’nun 2500. yılını kutlamak için yapılan Shah-En-Shah kulesi, bugün Azadi Kulesi, yani Özgürlük Kulesi olarak biliniyor. Batı Kapısı niteliğindeki bir anıt yapı Tahran’ın en önemli sembollerinden. Tahran Çağdaş Sanat Müzesi, İran Halı Müzesi, Darakeh ve Darband (Derbent) Mesire Alanı Vadisi: Burası Tahranlılar için şehirden kaçıp biraz oksijen soluma noktası. Güneşli güzel bir günü Elbruz Dağları’nın eteklerindeki koruluk alanda şelalelerin arasından geçerek yürüyüş yaparak değerlendirebiliyorlar. İran’ın hafta sonu olan Perşembe akşam üzeri ve Cuma günleri burasının en kalabalık zamanları. Aşağılara doğru birçok çay bahçesi tadında mekan var. Tahran gezinizde, sevdiklerinizle tatlı sohbet ve kaçamak yapmak için: Çay, kahve, tatlı, gözleme ve doğal-organik kahvaltı keyfi yapmak için, Derbent Vadisini seçin…
İsfahan (Farsça: اصفهان (yardım·bilgi); [esfæˈɦɔːn]), İran'da İsfahan Eyaleti'nin yönetim merkezi olan şehir. Aynı zamanda ülkenin üçüncü büyük şehridir. Bu şehir Safavi döneminde başkent idi, bu nedenle söz konusu şehirde çok sayıda tarihi eser bulunmaktadır.
İsfahan, İran'ın kavşak noktalarından biridir ve dünyanın en büyük şehirlerinden biriydi. Şehir, 1050 ile 1722 yılları arasında, özellikle de Safeviler altında 16. yüzyılda Pers İmparatorluğu'nun tarihte ikinci kez başkenti olduğu zaman çok gelişti. Bugün bile, geçmişteki o ihtişamını korumaktadır. Şehir, birçok güzel bulvarıyla, köprüleriyle, saraylarıyla, camileriyle ve minareleriyle İslami mimariyi yansıtmasından dolayı meşhurdur.
İsfahan, Yontma Taş Devri'ne kadar dayanır. İranlı Medler buraya yerleşince, Aspandana adı altında Medler'in en önemli şehirlerinden biri olmuştur. M.S. 642'de Müslümanlar'ın eline geçti. Selçuklu hanedanının kurucusu Tuğrul Bey de 11. yüzyılın ortalarında İsfahan'ı başkent yaptı. Onun torunu Melikşah yönetiminde kent büyüyüp zenginleşti. Ünlü İsfahan Mescid-i Cuma'sının yapımına bu dönemde başlandı. Selçuklu hanedanının yıkılışından sonra İsfahan gerilemeye başladı. 13. yüzyılda kent, önce Moğollar, ardından da 1387 yılında Timur tarafından yağmalandı ve birçok insan katledildi. Coğrafi konumunun sonucu olarak, İsfahan şehri özellikle Safeviler altında tekrar gelişmeye başladı. Şah I. Abbas İsfahan'ı başkent yaptı ve 17. yüzyılın en büyük ve en güzel kentlerinden biri olarak yeniden inşa etti (1598). O dönemde birçok park, kütüphane ve cami inşa edildi. 1722'de Gılzailer (Peştunlar) uzun bir kuşatmanın ardından şehri ele geçirdi. Uzun yıllar bir harabe görünümünde kalan İsfahan'ın nüfusu da iyice azaldı. Rıza Şah Pehlevi döneminde (1925-1941) yeniden imarına başlanan kentte bir sanayi bölgesi oluşturuldu ve tarihsel yapıların birçoğu onarıldı.
Pers ve Selçuklu Medeniyeti Şehri: İSFAHAN
İsfahan İran’nın üçüncü büyük kenti. Fakat zamanında dünyanın en büyük şehirlerinden biriymiş. Safavi döneminde (1051 ile 1736 ) özellikle mimari ve kentleşme açısından çok gelişen ve başkent olan şehirde o dönemden kalma çok önemli, geleneksel İran mimarisini yansıtan tarihi yapılar var. Özellikle 17. yüzyıl tarihli ve UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alan dünyanın en büyük meydanlarından biri olan Nakş-ı Cihan Meydanı burada.
İsfahan’da metro hizmeti henüz çok yeni. Şehrin ilk metro hattı 15 Ekim 2015’de çalışmaya başlamış. Demiryolu uzundur var. İsfahan, Tahran, Şiraz ve Yazd şehirlerine demiryolu ağı ile bağlı.
İsfahan halıları ve dokumacılığı ile ünlü. Meşhur İran halılarının çoğu İsfahan’dan çıkma. İsfahan’da dokumacılığın bu kadar gelişmesi, Safevi dönemine dayanıyormuş. Afganlar İran’ı fethettikten ve Safevi Hükümdarlığı’nın devrilmesinden sonra bu zanaat durgunluk dönemine girdiyse de şimdi dolu dizgin devam ediyor.
Burası Bir Ayrılık (şiddetle tavsiye ederiz) ve Elly Hakkında filmleriyle dünyaca ünlü Oscar’lı yönetmen ve senarist Asghar Farhadi‘nin de şehri. İsfahan doğumlu Farhadi, Time Dergisi tarafından 2012 yılında dünyanın en etkili 100 kişisinden biri seçilmiştir…
İsfahan’da gezilecek yerler:
Tipik bir Şark şehri olan İsfahan, sahip olduğu tarihi miras ile bir açık hava müzesi gibi. Hiç çekinmeden gidip görmeniz gereken bir şehir. En az 2 tam gün ayırmak gerekiyor. İsfahan’da çoğu yeri yürüyerek gezmek mümkün.
İsfahan’da mutlaka görmeniz gereken yerler: İmam Meydanı (Nakş-ı Cihan), İmam Camii, Şeyh Lütfullah Camii, Ali Gapu Sarayı (Devlet Kapısı), Bazar-e Bozurg (İsfahan Büyük Çarşısı), Mescid-i Cuma, Çehar Bağ Medresesi, Zayende Nehri ve Siosepol Köprüsü, Tarihi Çehar Bağ Mesire Alanı, Çehel Sütün Sarayı, Dekoratif Sanatlar Müzesi, Çağdaş Sanat Müzesi, Heşt Beheşt Sarayı, Hacu Köprüsü, Selçuklu Çehel Dohter Minaresi, Çehel Dohter Minaresi, Manar Jonban (Sallanan Minareler), Ateşkadeh ve doğal yaşam alanları…
Yezd (Farsça:يزد,Yazd) , İran'ın orta kısmında, Yezd Eyaleti'nin yönetim merkezi olan şehir. Zerdüşt dininin merkezidir. 2006 sonucuna göre 505.037 kişilik nüfusa sahiptir. Şehir eşsiz mimari yapıları ve ipekli el dokumaları (Farsça termeh), İran el sanatları, ipek dokuma, İran pamuk şeker'i olan "Pashmak" (pişmaniye'ye benzer) ile meşhurdur.
Şehrin 3000 yıllık geçmişi vardır. Şehrin ilk kurucularının Med'ler olduğu ve şehrin o dönemdeki adının Ysatis olduğu bilinmektedir. Daha sonraki Sasani hakimiyeti sırasında şehrin adı, o zamanki hükümdar Yazdegerd'e ithafen Yezd olarak değiştirildi. Ve şehir bir Zerdüşt merkezi haline geldi. Daha sonra İslam orduları tarafından alınan şehre Müslümanlar hakim oldu.
Şehir, ıssız ve yol güzergahlarından uzak bir konumda olması nedeniyle, fazla bir tahribata uğramamıştır. Hatta Moğol İstilası zamanında İran'ın diğer bölgelerinden kaçan halk buraya sığınmıştır. 1272'de şehri ziyaret eden Marco Polo, şehrin ipekli dokumalarından ve büyük bir ticaret merkezi olduğundan bahseder.
Günümüzde Yezd
Geçmiş zamanlardan beri kaliteli halı ve kilimleri ile tanınan Yezd, günümüzde İran'ın tekstil merkezidir. Şehirdeki diğer önemli sanayi kolları; inşaat malzemeleri ve seramik üretimi, ülke çapında meşhur şekerlemeleri,kablo ve teknoloji sanayinde kullanılan yan ürünler.
Turizm ise oldukça gelişmiştir. Eski bir şehir ve Zerdüştlüğün merkezi olması Yezd'in turizmde önemli merkezlerinden olmasını sağlamıştır. Eşsiz mimari eserlerin yanında, Ateş Tapınağı ve burada sürekli yanan ateş ilgi çekici turistik yerlerindendir. Muhammed Hatemi ve Moşe Katsav burada doğmuş ünlülerdendir.
Çöle can veren Qanat Su Medeniyeti ve Zerdüşt Şehri: YEZD
UNESCO-IHP İran Merkezi’nin düzenlediği, Dünya Su Forumu Yezd Toplantısı’na Türkiye’yi temsilen katılmış ve Yezd Su Medeniyeti-Kehrizleri ve kenti görmüştüm 2014’de…
Zerdüşt Ateşgahları, UNESCO Korumasındaki Qanat-Kehriz Yeraltı Su Kanalları Sistemi, Rüzgar Kuleleri, Ölüler Şehri, Labirent Mimarisi Ezleri ve tatlısı ile ünlü Yezd şehri, Yezd Eyaleti’nin başkenti. Klasik turizm rotasında Şiraz ile İsfahan arasında uğranan yer. Ya da Şiraz’dan başlayanlar için tam tersi. Hem mesafelerin uzaklığı sebebiyle, hem de gerçekten görmeye değer bir yer olduğu için genelde bir gece burada konaklayacak şekilde planlar yapılıyor. Med İmparatorluğu‘na kadar giden, 5 bin yıllık bir geçmişi var. İlk zamanlarında adı Ysatis’miş. Daha sonra Sasani İmparatoru I. Yezdigirt sebebiyle Yezd olmuş. Sasani zamanlarında Zerdüştlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerdenmiş. Bu nedenle, müslüman Arapların istilası sonrası, çevredeki birçok şehirden Zerdüştlerin buraya yoğun göç başlamış. Doğal olarak; Aruz vezniyle yazılmış bir şiir kitabı olan Kutsal Avesta kitabına inanan Zerdüştlerin kalesi haline gelen Yezd’de, İslam’ın yaygınlaşması pek de kolay olmamıştır…
13. yüzyılda Marco Polo buradan geçtiğinde, seyahatnamesine “çok hoş, görkemli bir şehir ve ticaret merkezi” diye not düşmüş. İki çöl arası zor ulaşılır konumu sayesinde Cengiz Han ve Timur‘un gazabından kurtulmayı başaran şehir, 14. ve 15. yüzyıllarda ipek, tekstil ve halı dokumacılığı ile gelişmiş. Muzafferiler döneminde başkent olmuş. İran’nın genelinde olduğu gibi Safevi dönemi sonrası düşüşe geçmiş ve merkeze uzak kalmış olsa da son Şah’ın demiryolu ağını Tahran’dan Yezd’e kadar uzatmasıyla tekrar eski günlerine dönmüş.
Yezd şehrinde görülmesi gereken yerler: Mescid-i Cuma, Amir Chakhmaq Cami Kompleksi, Yezd Tarihi Şehir Merkezi, Zerdüşt Ateşkedahı, Yezd Sessizlik Kuleleri (Yani Nekropolis = Ölüler Şehri), Su Müzesi ve Qanatlar-Kehrizler ve Çölde Yeraltı su kanallarını görmelisiniz… Yezd tatlısı ve mutfak kültürü ile de bilinen kentlerin başında gelmektedir…
Şiirin Başkenti Şiraz
En önde gelen eserleri arasında, Türkçe ile birlikte birçok yabancı dile de tercüme edilmiş olan Gülistan ve Bostan geliyor. Şimdi ise biz, İranlıların çok sevdiği ve saygı gösterdiği bu değerli şairin türbesi başındayız. Şeyh Sadi-i Şirazi’nin Türbesi son derece bakımlı, çiçeklerle süslü ve havuzlu bir bahçenin içinde yer alıyor. Diğer bir ifade ile, eserinin ismi gibi, kabrinin bahçesi de tam bir Gülistan. Şair Şirazlı Sadi-Hafez’in, bir dünya cenneti olan türbesini ziyaretim, çok anlamlıydı…
İran, tarihi ve kültürel zenginlikleri açısından dünyanın sayılı ülkelerinden birisidir. İpek yolunun baharat kokulu kervansaraylarının mazgallarında ve sutun başlıklarında uyuyan büyülü şiir; dolunaya inat, gece kuşları gibi başkaldırıyor. Şiir Ülkesi’nde yaşam, düşmanlar uyurken başlıyor. Tıpkı, bir şiir kadar sevdiği ülkesinin kültürel dokusunu ve tüm güzel insanları seven rehber arkadaşım Ahmet Nejadi ve eski İran Kültür ve Tanıtma Bakanı Mohammad Moezzodin ile konuşmamız sırasında, güven veren dost ve konuksever tavrıyla, Türkiye’ye ve öteki komşularına, barış ve kardeşlik mesajları yolluyordu…
İranlı şair ve sanatçıların, “gönüllü barış elçisi” özelliğini biliyor; bölge ve dünya barışı için destek istiyordu. Yaşasın, sanatın gizli gücü!… Cumhurbaşkanı Hatemi Yönetimi, halktan aldığı destekle Suudi yanlısı mollalara karşı, İslamı çağdaş yorumladığını söyleyen İranlı Aydınlar ve Şairler, geleceğe umutla bakıyor. Bölgede barış ve kardeşliğin örülmesi için, kendilerine büyük görev düştüğüne inanıyorlar. “Kültür” ortak paydasında, Türkiyeli meslektaşlarına (bizlere), şiir-eli uzatıyorlar… ”Yarın geç olabilir, hemen şimdi!…” diyorlar. Ortak kültürel miras ışığında, İranlılarla Türkleri kaynaştıran pek çok şey var. Bunların başında hiç kuşkusuz, şiir gelir. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde yazılı edebiyatın ve günlük yaşamın bizzat içinde olan Farsça, bu gün bile konuştuğumuz sözcüklerin yüzde 30’unu buluyor. Bölgedeki tarihi ve kültürel dokuyu bilmek için, mutlaka Farsça kaynaklara başvurmak gerekli. Bu gerçek ışığında, Türk edebiyatını ve özel olarak da Türk Şiiri’nin köklerini öğrenmek istiyorsak; mutlaka kapı komşumuz İran’a ve Yakın Doğu’nun şiir başkenti olan Şiraz’a gitmeliyiz.
“İster kafir ol, ister Müslüm / gel, yine de gel” diyen ve insanlığı farklılıklarıyla birlikte, kardeşçe birlikte yaşamaya çağıran ve eserlerini Farsça yazan Mevlana’yı ve de aşkın şairi Hayyam’ı; yakından tanımak için, hemen Şiraz’a gidin. Geçtiğimiz hafta gittiğim Tahran, İsfahan ve Şiraz gezim, pek çok şey öğretti. Bunları siz şiir dostlarıyla paylaşmak istedim. Kadim atalarımızın konakladığı ve kültürel olarak da karşılıklı etkilendiğimiz bu coğrafya, nice uygarlıklara tanıklık etmiş. Bunun izlerini görmek oldukça heyacan verici…
Şiraz yakınlarında yaşayan, “Yurt” denen kara kıl çadırlarda yufka açıp, yayık ayranı ile tereyağ yapan, geleneksel giysili Horasanlı göçer Kaşkai Yörükleri, özgün çalgıları eşliğinde söylediği Zazaca ve Öztürkçe türküler ve maniler, bölgede bir başka yaşayan-canlı kaynaktı.
Öte yandan Persepolis antik kent kalıntıları, Sadi Şirazi ve Hafız-i külliyesi ile Şiraz Kitaplığı ise, bir başka kültürel zenginlik olarak sizi bekliyor. Şiraz’da iki kişiden biri, ya şair ya da şarkıcı…
Newyork’ta bulunan Birleşmiş Milletler binasının duvarında, dünyaca ünlü İranlı şiar Hafız-ı Şirazi’nin şu dizelerini okuyabiliriz: “Üzerinde gönül meyveleri yetişen dostluk ağacı dik, Sayısız çileler getiren düşmanlık fidanını kökünden sök.”
İran uzak değil!…
Dünya cenneti İstanbul ile Tahran arasında bir buçuk saatlik zaman farkı bulunuyor. (IRANAIR) İran Havayolları’nın 420 kişilik konforlu ve güvenli “airbus” uçağı ile mavi bulutları kucaklayıp ilerliyoruz. Uçakta, baş örtülü güzel hosteslerin elinden, alkolsüz bira ve “zam zam” kolası içerken; Van Gölü üzerinde, 11 bin metre kotunda, şiirleşmek ne güzeldi…
Olcayto mimari gizeminin ardından, son Nevruz şöleninde kınalı ellerinde kutsal lotus çiçeği ile size el sallayan direksiyon başındaki bir Fars güzeli ile 10, 20, 30 günlük yasal nikah yaptırarak kalıcı dostluklar kurmak da olanaklı. Yeterki, yasaları çiğnemeyin. Bayanlarda baş açmak, alkol kullanmak, zina ve hırsızlık suç olmasına karşın; başta sürücülük olmak üzere, rengarenk baş örtülü makyajlı bakımlı güzel bayanlar, resmi ve özel her tür işte çalışıyor. İşyerlerinde namaz kılma zorunluluğu yok. İsteyen kılıyor ya da kılmıyor. İran’da yabancılarla evlenmekte bir sakınca yok. Aksine, dünyaya açılmak ve kaynaşmak için, bunun gerekli olduğunu dile getiriyorlar. Zerdüşt Ateşgahı’na ya da Ermeni Manastırı-Kilisesine de özgürce gidebilirsiniz.
Başkent Tahran’ın kuzeyinde bulunan teleferikli Derbent Vadisi- Deresi’nde, günün her saati, yavuklunuzla birlikte baş başa geleneksel abduşt, çelo kebap, yezd, gez, sohan ve mika noga gibi İran yemeklerini yer; gırtlama çay ve nargile fokurdatarak içer ve felekten bir gün çalabilmek, size tüm yorgunluğunuzu unutturacaktır.
Hatta, “Benim gözümün bebeği / senin yuvan olsun / lütfet de içine gir / bu ev senindir.” diyen, Sadi Hafız Şirazi‘nin sözlerine uyup, sevdiğinin göz evine giren aşıklara tanık olursunuz. Ya da, yanı başınızda oturan sürmeli, iri kara gözleri gülen makyajlı, bakımlı ve mavi baş örtüsü eğreti duran, güzel Kürt kızı Şilan (kırmızı dağ çiçeği) ve yakışıklı nişanlısı Soran (bir göçebe kavim adı)’nın kumrular gibi koklaşarak şiirleştiklerini ve seviştiklerini gözlemleyebilirsiniz.
Sonra, Tahran’dan çıkıp güneye doğru yol aldığınızda, tarihin başkenti İsfahan’la karşılaşıyorsunuz. Sultanları, Şahları, Padişahları ağırlamış İsfahan. Gün görmüş olaylar yaşamış. Tarihin en güçlü yönetimlerine ev sahipliği yapmış. Büyük İskender’den, Selçuklu Sultanları’na kadar nicelerini konuk etmiş bir zengin mimari ve estetik kent kültürü İsfahan’ı mutlaka görmelisiniz…
İran: İsfahan’da, Türkiye aleyhine propaganda kasetleri gösteren Ermeni Müzesi’nden; Zerdüştlere, 12 bin öküz derisi üzerine yazılmış kutsal AVESTA kitabına inanan ve “Doğru düşün, güzel konuş, iyi uygula” felsefesini yaşam biçimi olarak algılayan ateşperest Zerdüştlere dek”, pek çok kültüre ev sahipliği yapıyor.
İran’da altı eyaletten biri olan Kürdistan Eyaleti’ndeki kendi dillerinde yayın yapan televizyon, radyo ve gazetelerin varlığını ve onların yaşamasına olanak sağlıyor. İslamiyet öncesi ve sonrası kültürlere yol göstermiş. Başkent Tahran’da, Gandi Caddesi’nde bulunan kuyumcular, hediyelik ve lüks tüketim mağazalarında alış veriş yapan ve son model otomobil ve jiplerle trafiği alt üst eden İran sosyeteleri; Şah Rıza Pehlevi’nin dışarıya kaçırdıklarında arta kalan Nievvaran Sarayı’ndaki kültür kompleksini kıskanıyor.
Yakın Doğu tarihinin beşiği olan Isfahan’da, sesin ve ışığın dans ettiği akostik mucizeler, Abbasi kültürünün bir başka gizemini belgeliyor. İsfahan, Şiraz’a açılan bir kültür kapısı. Şiirin başkenti Şiraz; aşk, şiir ve gizemli yaşamın odağı. Sadi Şirazi’nin, Hafız’ın vatanı. “Bostan”ın yeşerdiği, “Gülistan”ın çiçek açtığı yer. Sanki dünyada ilk aşk Şiraz’da yaşanmış, “Hafız”ın şiir dizelerinde. “Bostan”dan bir demet al. “Gülistan”da seyreyle. “Hafız”la hem dem ol. “Sadi” ile sohbet eyle…
İran Şiiri’nin tarihi kökleri: İran ya da Fars şiirini üç dönemde ele almak gerekli: İslamiyet öncesi İran şiiri: MÖ. 6. yüzyılda başlar. Bu dönemde, özellikle Eski Fars ve Sasani edebiyatının yanı sıra, Zerdüştlüğün kutsal kitabı AVESTA, İran Edebiyatı’nın ve özel olarak da İran Şiiri’nin en eski örneklerinden sayılır. Eski, Orta ve Yeni Farsça yazılmış İran Şiiri’nin tümü, aslında İslam öncesi ve sonrası olarak iki bölümde ele alınmalı. İslamiyet sonrası İran şiiri ise, Sasani Hükümdarı 3. Yezdegerd’in 651’de Araplara yenilmesiyle başlar. İranlıların İslamiyeti kabullenmesiyle daha da önem kazanır.
Bu dönemde, Pehlevi yazısını bırakıp, Arap harfleriyle yazılmaya başlandı. Her alanda hızlı değişikliklere karşın, Zerdüştliğin etkisiyle ateşe tapan İranlılar, kendi kültürlerini, şarkılarını, destanlarını, efsanelerini ve şiirlerini yaşattılar. 200 yıl süren Arap istilasına karşın, İranlılar ulusal dillerini korudular. Böylece Farsça, edebiyatın dili olarak kabul gördü ve ilk Farsça şiir söyleyen dilbilgini Ebu Hıfs Sogdi (9.yy.) ve Abbas Merzevi’dir (Ö.816). Moğol saldırısından kaçan şairlerin bir sığınma merkezi olan İran toprakları, yakın doğunun da kültür merkezi olma özelliğini korudu.
Şiirin başkenti Şiraz, bu anlamda şiirsel bakımdan, dünü yarına bağlama işlevi görmektedir. Özellikle Gazneliler döneminde, dünya edebiyatına katkıda bulunan önemli şairler yetişti. Bu dönemde şiir, biçim ve içerik açısından tam bir olgunluğa ulaştıysa da, şiir türlerinde önemli bir değişiklik olmadı. Şairler kaside, gazel, kıta, mesnevi ve rubai tarzında yapıtlar verdiler. Bu dönemin yeniliği ise, musammat tarzıydı. Firdevsi ve Unsuri, dönemin örnek şairlerindendir. Maveraünnehir, Horasan, Kirman, Irak, Azerbaycan ve Anadolu’da egemen olan Büyük Selçuklular döneminde, İran şiiri en üst ürünlerini verdi. Şair ve yazarları özendiren Sultan ve Vezirler sayesinde, hükümet merkezleri şairlarin toplandıkları yerler durumuna geldi. Büyük kentlerde Nizamiye medreseleri kuruldu. Buralarda tasavvuf şairleri yetişti.
Komşu devletlerden kaçan şairleri de koruyan Selçuklular döneminde mesnevi, gazel, kıta, rubai, kaside ve hapsi yatlarıyla tanınan ünlü şairler yetişti. Baba Tahir ve Şirazi secili ve uyaklı düz yazının (serbest vezin şiirin) ilk temsilcisi, Abdullah Ensari (ö.1088) bunlardan bazıları.
Bu iki dönemin başta gelen şairlerinden bazıları ise şunlardır: Mevlana, Ömer Hayyam, Şah İsmail, Sam Mirza, Şirazlı Sadi, Sultan Veled, Humam Tebrizi, Şebisteri, Kemalettin İsfahani, İmam Rıza, Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli, Attar, Firdevsi, Fuzuli, Nizami, Şehriya, Ebu Hıfs Sogdi, Abbas Merzevi, Hanzala Badgisi, Mahmud Verrak Herevi, Ebu Süleyk Cürcani, Firuz Maşkuri, Muhammed bin Vasıf, Ebu Şekür Belhi, Rudeki, Muncık, Reynaki, Ebu Mansur, Ferruhi, Unsuri, Esedi, Senai, Baba Tahir, Abdullah Ensari, Nazır Hüsrev, Azraki, Muizzi, Esedi, Vatvat, Hakani, Enveri, Feleki Şirvani, İraki, Mecd Hemger, Hacu-yi Kirmani, Hafız, Kemal Hocendi, Necmettin Razi, Allaettin Keykubad, Baba Figani, Ali Şir Nevai, Neşat, Visal Şirazi ve Sadık bin Mehdi…
Çağdaş İran Şiiri Dönemi, aslında; 1906’da meşrutiyetin ilanı ile başlar. Bu dönemde, İranlı şairlerin bir çoğu Avrupalı şairlerin etkisinde kalarak, onların tarzında şiirler yazdılar. Eşitlik, düşünce özgürlüğü, vatanseverlik ve devrimcilik, şiirde en çok işlenen konular oldu. Genellikle halkın gereksinimine ve beğenisine uygun olmayan, belli bir sınıfa yönelik eski şiirler bırakıldı. Halkın anlayacağı bir dille, toplumsal içerikli şiirler yazıldı.
Yeni ve uygar tarzda edebiyat okulları açıldı. Batıdan ve dünya klasiklerinden ünlü şiir kitapları çevrildi. Bazı şairler aruz vezniyle şiir yazmayı sürdürürken, birçok şair serbest ölçüyü kullanmaya başladı. Çağdaş İran Şiiri’nin doğuşunda Türk Şiiri’nin büyük etkisi olduğu söylenebilir. Çünkü Meşrutiyet döneminde yetişen İran şairlerinin çoğu, Avrupa ile ilişkilerini sürdürürken, ilk konak yeri durumundaki İstanbul’da uzun süre kalmışlar. Hatta burada, birçok edebiyat dergisi yayınlamışlardır. Burada Türk Şiiri’nden esinlenmişler ve bu dönemde; Farsça şiir, hem biçim, hem de içerik bakımından değişime uğramıştır. Aruz, yavaş yavaş bırakılırken, şiirin konusunu da toplumsal olaylar oluşturmaya başlamıştır.
Bu dönemin başta gelen şairleri ise şunlardır: Ummid, İrec Mirza, Muhammed Taki, Bahar, Pervin İtisami, Hanleri, Furug Ferruhzad ve Nima Yusic ise; 20. yüzyıldaki belli başlı temsilcilerindendir. Öte yandan, Nima Yusiç adı ile ün yapan Ali İsfandiyari (1897-1953), şiirde “yeni dalga” adı ile bir çığır açtı.
Şiirle ilgili bağlayıcı ve biçimsel nitelikteki tüm kuralların kaldırılmasını, şairin içine doğduğu, aklına geldiği gibi yazmasını önerdi. Ali İsfandiyari’nin başlattığı bu akımı Tevellüli, Nadirpur, Şamlu, Ahavan-ı Salis ve Ferruhzade gibi şairler geliştirdiler. Bu geleneğin takipçisi ve Çağdaş İran Şiiri’nin ustalarından olan Şiraz Şairler Derneği ikinci başkanı Sedra Zulriasetin ise, İran’da çok okunan ASIR Gazetesi’nin “kültür-sanat” sayfasında yayınlanan, esin kaynağı olduğunu söylediği Türk Şairi Nazım Hikmet için övgü dolu yazılar ve seçki şiirlerle, Türk-İran dostluğuna ve bölgede esen barış rüzgarına katkıda bulunmanın doyumuna ulaşıyor.
Şair dostum Sedra Zulriasetin; modern şiir yazan, dünya güzeli ikiz kız torunu ile övünen, Nazım Hikmet ve Orhan Veli hayranı olduğunu söyleyen şair Zulriasetin, “Çağdaş Türk Şairleri” ile tanışmak istediğini söyledi. Farsçaya çevrilmiş “Çağdaş İran Şiir Antolojisi” kitabı ise, çok okunan kitaplar arasında bulunuyor.
Öte yandan; Türkçeye çevrilen ve Cem Yayınları tarafından satışa sunulan “Küçük Kara Balık” ve “Bir Şeftali Bin Şeftali” isimli çocuk masalları kitaplarıyla tanıdığımız, Şah rejimine karşı çıktığı için, 1968 yılında öldürülerek ve cesedi Aras Nehri’ne atılan ünlü yazar Samed Behrengi’nin kitapları ise, unutulmaya yüz tutmuş. Bazı İranlı eleştirmenler, “Behrengi modası geçti(!)” diyorlar.
Öte yandan, bir yoksul derviş gibi yaşamış olan ve uzun yıllar Bursa ve Paris’ye yaşayıp; İran Tüdehli Sosyalistler ile ortaklaşa Şah’a karşı devrim hareketinin başını çeken ve başarılı olan, şair Khomeini’nin dizeleri, her yaştan İranlı’nın dilinden düşmüyor.
Şiirin başkenti kabul edilen Şiraz’da, her yıl geleneksel olarak düzenlenen “Ulusal ve Uluslar arası Sadi Şirazi Şiir Yarışması”, tüm dünya şairlerini birleştiriyor.
Şirazlı Sadi’den özlü sözler:
- Bir çiçeğe fazla su verirsen çürür, insana gereğinden fazla değer verirsen kudurur.
- Salih adam dilenirse ancak kendi nefsinden dilenir ve ondan hırsı terk etmesini ister çünkü her saat “ver” diyen bir nefis, sahibini zillet içinde köy köy dolaştırır…
Eskiden dünyada, görünüşte dağınık ama iç dünyaları derli toplu insanlar vardı.
Oysa şimdikilerin dış görünüşleri derli toplu ama iç dünyaları dağınık.
- Doğru söyleyip zincire vurulmak, yalan söyleyerek zincirden kurtulmaktan iyidir.
- Eşeğini düşman, vergisini de sultan alıp gittikten sonra o memleketin tacında, tahtında ikbal kalır mı?
- Çoban uyumuş, kurt da sürüde: bu hal akıllı kimselerin beğeneceği şey değil.
Kendi ahlakını düşmanından dinle; dostun gözünde her yaptığın iyidir.
Bir gece sevdiğim içeri girdi. Yerimden öyle bir fırlamışım ki elbisemin eteği mumu söndürdü.
Güzelliği ile karanlığı dağıtan sevgilim sordu: ben gelince neden ışığı söndürdün? Dedim ki: güneş doğdu zannettim…
- Şarap sarhoşu gece yarısı, sakinin sarhoşu ise mahşer sabahı uyanır.
Ve Şirazlı Sadi “Unuttuklarımız” üzerine şu soruyu sormakta:
“Ey seni hiç unutmadığım!
Hiç beni hatırladığın oluyor mu?”
Dostu ve düşmanı hatırlamalıyız… Bölgemizde uzun yıllardır halkların kardeşliğini ve iyi komşuluk ilişkilerimizi, tehdit eden, ABD’nin başını çektiği savaş, terör ve yağmacılık karşısında; Şah Rıza Pehlevi “Komşu, komşunun külüne muhtaçtır” ve Kemal Atatürk’ün şu özlü sözü, daha bir önem kazanıyor; “Yurtta Barış, Dünyada Barış!..”
Kirlenen dünyanın barış elçisi olan şairler, Şiraz’da bir araya gelerek; şiirin içeriğini, biçimini ve konusunu tartışıyorlar. Aşkı, sevdayı, özgürlüğü, emeği, barışı ve insandan yana olan her şeyi şiire konu edip; kirliliklere, sömürüye, yağmacılığa, savaşa ve teröre, kötülüklere ve tüm düşmanlara şiir-oku’nu fırlatıyorlar.
Yakın Doğu’nun kültür başkenti Şiiristan Şiraz’da, “Sobeh heyr” ya da “Günaydın” demeden önce, Ömer Hayyam sofrasında; Mevlana, Nazım, Yunus, Behrengi, Şirazlı Sadi Hafez ya da çağdaş şiirin ortak paydasında; Sedra Zulriasetin ve Dursun Özden ile su gibi aziz olmanın, yüksek sesle şiir okumanın, farklı her dilden aynı şarkıyı söylemenin ve sevgiyi sebil eylemenin keyfini çıkaralım, yeniden…
Kapı komşumuz İran’da; Küresel mikro korona düşmanına karşı, makro düzeyde sevgi yüklü şiirin o evrensel gücü ile utkuyu müjdeleyen; sağlık ve mutluluk açan, bin çiçekli bu bereketli toprakların alevinde, Şiir atlı barış süvarileri ve sevide odaklanan, lotus çiçeği kutsal melekleri, bizi çağırıyor… Haydi canlar! Şiir zamanı…
GÜLİSTAN
Çoktandır koşmaktan yoruldum, bittim
Dinleneyim diye hamama gittim
Yıkanmak üzere uzandım kile
Sanki elim temas etti bir güle
Kil değil adeta bir dilber teni
O güzel kokusu mest etti beni
Nesin? dedim, Amber misin, gül müsün?
Yoksa basit toprak mısın, kil misin?
“Toprağım ben, bir tarladan alındım
Uzun zaman gül dibinde bulundum."
Kamil ile bulunan olgunlaşır
En azından onun kokusun(u) taşır.
Aşıklar sevgilinin yolunda can verenlerdir,
Ölülerden ses gelmez ki? yere gidenlerdir.
Gelincik kanıyla gül yaprağına şöyle yazmışlar:
Pişip olgunlaşan kişi erguvan renkli meye sarıldı.
Hafız, güzel şiirlerinle Irak’ı, Fars’ı fethettin, ara
Haydi bakalım; şimdi Bağdat ile Tebriz’e sırada.
Şeyh Hafız Sad-i ŞİRAZİ (İran)
Farsçadan çeviren: Mehmet Kanar
Kaynak: www.dursunozden.com.tr
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.