Dursun Özden (Şair, Gezi yazarı, Belgeselci)
Niğde’nin keşfedilmeyi bekleyen zengin kültürel, tarihi, sosyal, folklorik ve doğal mirasının otaya çıkarılması, tanıtılması ve yaşatılması için; önemli bir fırsat olarak algıladığımız “Han Duvarları” belgeselinin yapımı ve yayını, büyük önem arz ediyor. Benim konuyla ilgili olarak, uzun yıllardır yaptığım alan çalışması ve araştırmalarım sonucu olgunlaşan belgeselin öyküsü ve sinopsisi yazıldığında; aslında kafamda belgesel projesi şekillenmiş ve tamamlanmıştı. Sıra, konuyu yetkililerle paylaşmaya ve destek aramaya gelmişti. Ve işin en zor yanı bu idi… Bu konuda ben oldukça beceriksizim…
Bu anlamda nereden başlayacağıma ve önceliklere karar vermeliydim. Kültür ve Turizm İl Müdürü ve İl Özel İdaresi ile yaptığım temaslar sonucu, bu belgesele destek olamayacaklarını söylediler. Çok üzüldüm… Yazık… Ben de konuyu makamında, sayın Niğde Valisi Necmeddin Kılıç’a anlattım. Vali bey çok heyecanlandı ve “Han Duvarları belgeselinin, Niğde’nin tanıtımına büyük katkısı olacağına inandığını” söyledi. Ardından da hemen telefona sarıldı ve Sinema Genel Müdürü’nü arayarak; bu belgesele destek olmalarının önemini anlattı. Vali beyin aldığı yanıt üzerine, gözlerinin şavkıdığına tanık olmanın dayanılmaz hafifliğini yaşadım… Ne güzel bir andı… Sevgimiz sebildi…
Kültür Bakanlığı’nın vereceği küçük bir bütçe ile işe başladık… Sponsor bulamadığımız için, belgeselin çekimlerine ara verdik…
Han Duvarları belgeseli; Şiirin yol öyküsü ya da 1920 yılında başlayan Anadolu aydınlanma seferberliğinin ilk kıvılcım çıngısı de denebilir… Sarıkamış, Yemen, Filistin, Trablus, Balkan, Çanakkale ve Ulusal Kurtuluş Savaşları ardından, zaferle taçlanan Cumhuriyet Aydınlanması; Gazi Kemal Atatürk önderliğinde, Anadolu insanının okuma-yazma seferberliği ve yeniden silkinip kalkınma girişiminin başlangıcıydı…
Öğretmen-şair Faruk Nafiz (Çamlıbel), 1923’de edebiyat öğretmeni olarak Kayseri Lisesi (Sultanisi)’ne tayini çıkar. İstanbul Haydarpaşa’dan başlayan tren yolculuğu Eskişehir, Konya, Karaman, Ereğli üzeri Ulukışla’ya uzanır. O tarihte Ulukışla-Niğde-Kayseri arasında tren hattı olmadığı için (bu hat 1935’de yapıldı)… Ünlü yazar Tarık Buğra’nın Darboğazlı babası Palavracı Süleyman Çavuş ve Niğde Halkevi’nin Seyyar Eşekli Kütüphanecisi Mehmet Efendi ile burada sohbet eden Faruk Nafiz; bir gece Ulukışla Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı’nda kaldıktan sonra, yaylı denen at arabasıyla yola çıkar.
“Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya…”
Ulukışla’dan ayrılan yaylı araba yolcusu; Darboğaz, Porsuk ve Beyağıl Köylerini ziyaret ettikten sonra, 1600 rakımlı Çaykavak Geçidi’ni aşarak, Öküzçökeren ve Kemerhisar üzeri, Niğde’ye gelir. Bir hisar gibi yükselen Niğde Kalesi’ni gezdikten sonra, Akmedrese’de bir gece konaklayan Faruk Nafiz, burada Miralibey ve Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın hikayesini dinledi ve Han Duvarları şiirini yazmaya başladı.
“Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan;
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri...”
Şair; Niğde güzellemesi ile başlayan bu duygu yoğunluğu ve konukseverliğin etkisiyle tekrar yaylı at arabasıyla yola koyulur. 1425 rakımlı Araplı Beli’nden aşağı inmeden önce, yılkı atların bir bulut gibi önlerinde akışını, başı dumanlı ve Aksakal bir derviş gibi kendilerini selamlayan Erciyes Dağı’nı görünce; selam durdu dağa, İstanbul beyefendisi öğretmen şair… Hasan Dağı’ndan sonra gördüğü bu heybetli yükselti, şairin yeni şiirine çoktan girmişti bile…
“Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk.
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...”
Araplı Beli’nde aşağı ilerleyen yaylının tekerlek sesine atın nal sesi, kişnemesi ve meşin kırbacın şaklaması eşlik ediyordu. Yeşilburç Ovasını ve Erciyes Dağını sağına alıp, İncesu’ya doğru toprak yoldan toz duman içinde süzülen yaylı at arabası ve yolcusunu, yeni maceralar ve hanlar bekliyordu… İncesu Kara Mustafa Paşa Kervansarayı, yeni konuğunu saygıyla karşıladı. Hancıbaşı Ahmet Efendi; gökkubede yankılanan akşam ezanı sonrası, yeni konuğuna Anadolu mutfağının zengin sofrasını sundu
“Burada son fırtına son dalı kırıyordu...
Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
Gönlümde can verirken köye varmak emeli
Arabacı haykırdı "İşte Araplıbeli!"
Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana…”
Han Duvarları şiirinin yeni dizelerini karalayan öğretmen şair Faruk Nafiz, İncesu Hanı’ndan ayrılarak, Kayseri’nin tolunu tuttu.
“Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu:
"Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?"
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi: "Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!..."
Uzun bir tren yolculuğu ardından; Ulukışla’da başlayan ve yaylı ile yola çıkan ve üç handa konakladıktan üç gün sonra, üç belde ve üç handa yazılan, üç hikayenin sonlandığı tarihi Kayseri Sultanisi (Lisesi) kapısından içeri giren edebiyat öğretmeni Faruk Nafiz (Çamlıbel)’i, ilk karşılayan öğrencisi Behçet Kemal (Çağlar) oldu… Aradan yıllar geçtikten sonra, Cumhuriyetin 10. Yılında (1933) ‘de, her iki şairin ortak imzası ile “Onuncu Yıl Marşı” yazıldı. Ulusal coşkumuz olarak hala söylenen bu marşın yazarının Faruk Nafiz ve Behçet Kemal olduğunu da vurgulamak isterim…
Turgut Özal, Abdullah Gül gibi devlet ve sanat adamlarının da mezun olduğu Kayseri Lisesi ardından İstanbul Pendik ve Kabataş Liselerinde edebiyat öğretmeni olarak görev yapan Faruk Nafiz, 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’den İstanbul Milletvekili olarak dört dönem görev aldı. 1960 Askeri Darbesinde, zamanın Başbakanı Adnan Menderes ile yargılandı ve Yassı Ada’da 17 ay hapis yattı. Aklandı. Ölene dek (Faruk Nafiz Çamlıbel;18 Mayıs 1898, İstanbul – 8 Kasım 1973, İstanbul) kitap ve makale yazmaya devam etti…
Ulukışla’da başlayıp, Niğde’de devam eden ve Kayseri’de noktalanan “Han Duvarları” şiirinin açılımı; aslında bir döneme, tarihe, doğa ve insan manzarasına tanıklık ediyor… 1923 yılı Mart ayının son günlerinde, sararan toprağın ve bir beyaz ölüm örtüsü gibi Toros Dağlarını kaplayan karlı manzara içinden fışkıran ilkbaharın başkaldırışıdır, bu şiirde tasvir edilen doğal güzellikler… Ya da, tarihi hanların duvarlarına sinen yolcu hatıraları ve siyah beyaz resimler, savaş anıları ve Anadolu insanının aydınlanma seferberliğinin göz kamaştıran ışık hüzmesidir… Ulukışla, Kemerhisar, Bor, Niğde, İncesu ve Kayseri tozlu yolunda; yaylı at arabasının tekerlek sesi, meşin kırbacın şaklayan yankısında kaybolmaktadır… Bir hisar burcu gibi yükselen Niğde Kalesi, sırdaş Sungurbey Camisi ve Işık / gölge oyunu ile ortaya çıkan, belikli Türkmen kızın aksı, yeni konuklarına göz kırpmaktadır… Şaire esin kaynağı olan bu kıvrak yollar ve sırdaş hanlar, nice yol öykülerini ve insan / doğa manzaralarının izlerini yansıtır…
Su gibi aziz olan ve bir kadim medeniyet harikası bu tarihi hanlardaki yitik zaman ışığına ve ateşli al atların özgür yelesine kazınan bu belgesel, Niğde ile örtüşmektedir. İl Kültür ve Turizm Müdürü vekili bey, her ne kadar bu belgeseli sevmede de; Niğde’nin kültür turizmi potansiyeli olarak değerlendirilmeli, İngilizce ve Türkçe dublajlı Han Duvarları belgeseli galası Niğde’de yapılmalıdır… Kamera arkası görüntüler ve özel röportajlarla zenginleşen ve şiirsel bir dille yazılan belgesel metninden oluşan Han Duvarları prestij kitabı, Niğde’de basılmalıdır… Tıpkı, Konyalı şair Namdar Rahmi Karatay’ın; “…Esti kavak yelleri / Döndü birer iğdeye / Geçti Bor’un pazarı / Sür eşeğini Niğde’ye…”dizeleri gibi; Han Duvarları belgeseline de, Niğde sahip çıkmalıdır… Sponsor bulunamadığı için çekimlere ara verilen bu belgesele, Niğde’nin tanıtımına büyük katkısı olacağı için, sayın Niğde Belediye Başkanından destek beklenmektedir…
Sinema Genel Müdürü ve Niğde Valisi Necmeddin Kılıç başta olmak üzere; bu belgeselin her aşamasında destek veren ve emeği geçen tüm dostlara teşekkür borçluyuz…
“Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..“ (Faruk Nafiz Çamlıbel)
DİPNOT:
1970 yılında Niğde Lisesi’ni bitirdikten sonra, dışarı açılınca; şair, gezi yazarı ve belgeselci olarak dünyanın 99 haline tanıklık edince, Niğdeli olmanın ayrıcalığının farkına varmıştım. Niğde; coğrafya ve insan dokusuyla, binlerce yıldır Anadolu’nun en stratejik ve en güvenli yerlerinden biridir. Halkının devlete olan güven ve bağlılığı bilinmektedir. Tarihte bunun canlı tanıklıkları vardır… Daha önce de (1993’de), Başbakanlık Arşivinde yaptığım bir araştırmada; 30 Ocak 1943 yılında Adana / Yenice tren garında beyaz vagonda gizlice görüşen İnöni-Churcill olayının ardından, Hitler’in “İstanbul’u bombalayacağım” tehdidi üzerine; İstanbul Topkapı Sarayı, Yıldız Sarayı ve Harbiye Askeri Müzede bulunan; Kutsal Emanetler başta olmak üzere, kıymetli evraklar, belgeler, sanat eserleri ve devlerin bazı gizli arşivleri, 391 sandığa konup mühürlendikten sonra, 30 personel ile birlikte, 48 vagonla Sirkeci tren garından Anadolu’ya hareket etmişti. Zamanın Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün telgrafında, bu trenin Niğde’ye kadar hiçbir yerde durmaması gerektiği yazıyordu. Niğde Sarıhan, Akmedrese ve Sungurbey Camisi’ne gizlice konan bu kıymetli sandıklar, 1947 yılına dek burada saklandığını belgelemiştim. Daha sonra da; 2014 yılında TRT Belgesel Kanal Koordinatörlüğüne; “Sıkıntılı Seneler (1935-1945) / Kutsal Emanetler Niğde’de” adlı bir belgesel projesi olarak başvurdum ve reddedildi. Ardından da; Uygur Karızları (67’), Anadolu Karızları (57’), Anadolu Su Medeniyeti (24’x13 bölüm), Kutsal Su Zemzem (24’x7 bölüm), Mekke Su Yolları (57’), Kutuplarda Ramazan (18’x13 bölüm), Tuva Şamanları (24’), Maçka’dan Maçin’e (48’), Mübadele Acısı (21’x5 bölüm), Kar ile Kor / Hasan Dağı (52’) ve Han Duvarları (52’) belgeselleri ile memleketim Niğde’nin tanıtımına katkı sağlamak için özveride bulunmaya devam ediyoruz. Tüm olanaksızlıklara karşın, işimi seviyor ve mutlu oluyorum… Ulukışla’nın Beyağıl Köyünden çıkan yoksul bir ailenin çocuğu olarak, UNESCO / IHP’nin düzenlediği Dünya Su Forumlarında, Türkiye’yi temsil etmenin sorumluluğu ve gururunu yaşamaktayım. “Bizim esin kaynağımız Kemal Atatürk…” diyen, Küba’nın efsanevi lideri Fidel Castro başta olmak üzere; pek devlet adamı ve ilkel kabile reisleriyle yaptığım özel röportajlar, basında yankı uyandırdı… Yayınlanmış 23 kitabım ve onlarca belgeselimle, yaşamda temiz ve onurlu iz bırakmanın sorumluluğunu hissediyorum… “Ulukışla Tableti” adlı bir şiirimin son dizesi şöyle: “…Anadolu Vatan, Niğde Can, Ulukışla’ya canım kurban!..” Kaynak: www.dursunozden.com.tr
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.