T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı / Sinema Genel Müdürlüğü’nün sınırlı desteği ile gerçekleşen bu belgeselin yanı sıra; Uygur Karızları, Turfan Karız Cenneti, Anadolu Kehrizleri, Anadolu Su Medeniyeti, Kutsal Su Zemzem, Mekke Su Yolları, Tuva Şamanları, Galina’nın Nazım’ı, 6 Mayıs, 15’liler / Çanakkale Mahşerinde Kadın ve Çocuklar, Sıkıntılı Seneler (1935-1945), Kutsal Emanetler Niğde’de, Kar ile Kor / Hasan Dağı, Mübadele Acısı, Maçka’dan Maçin’e, Sibirya’da Ramazan, İbn-i Batuta’nın izinde, Kutuplarda Dans gibi önemli belgesellere imza atan Yoleri Yapım Prodüksiyon ekibi tarafından çekilen HAN DUVARLARI adlı bu dramatik belgesel, çok ses getireceğe benziyor. İlk kez bir şiirin açılımı ve canlandırılması belgesel oldu. Yapımcı Cemre Özden Deniz ve yönetmen ve metin yazarı Dursun Özden ile ekibinin 3 yıl süren, tüm zorluklara karşın bu özverili çabası sonuçlandı. İstanbul Haydarpaşa Garı’ndan başlayan şiirin yol öyküsü; Ulukışla’ya uzanan tren yolunun, üç kervansarayda geçen zaman zamanın ve atlı araba ile süren destansı yol ve insan manzaralarının 4 mevsim görseli ve dramatik canlandırmaları ile özgün müzik ve animasyon destekli vurgular, özel röportajlar şiirin yol hikayelerinin sinematografik anlatımıdır… Daha o tarihlerde Ulukışla-Kayseri tren yol hattı yok iken; 1920’li yıllarda idealist bir genç şair öğretmen olarak Ulukışla’dan Kemerhisar, Niğde, Araplı Beli ve İncesu üzeri, Kayseri’ye giden at arabalı bir öğretmenin şiirsel yol hikayesidir bu belgesel… Ayrıca başka şairlerin benzer temalı şiirsel anlatımları da canlandırılmıştır…
Cumhuriyetimizin ilk yıllarında Anadolu’da başlayan aydınlanma hareketi, bu belgeselde Faruk Nafiz Çamlıbel’in öğrencileri ve Köy Enstitüsü okullarına giden öğrencilerle ve köylülerle yapılan röportajlar; bir başka Anadolu güzellemesinin ve hayatın belgelenmesi olarak; bir döneme ışık tutmaktadır… Belgesel konusunun geçtiği bölgede; Sümer, Hitit, Pers, Arap, Roma, Selçuklu, Karamanoğlu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinin zengin tarihi kültürel mirasları; eşsiz doğa ve insan manzaraları da tanıtılmaktadır…
Ulukışla Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı’nın yaptıran Sadrazam Öksüz Mehmet Paşanın öyküsü, bukervansarayda konaklayan ünlü yazar Tarık Buğra’nın Darboğazlı babası Palavracı Süleyman Çavuş (Gökalp)’ın öyküsü, Niğde Sungurbey Camisi ve Ak Medrese’de 4 yıl saklanan Kutsal Emanetlerin sırrı, Araplı Beli sonrası İncesu Kara Mustafa Paşa Kervansarayı’na gelen öğretmen şair Faruk Nafiz’e esin kaynağı olan Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın hüzünlü destanı, Erciyes Dağı yamaçlarında sürüler halinde yaşayan yabanıl yılkı atları, Kayseri Lisesi’nde edebiyat öğretmeni olarak göreve başlayan Faruk Nafiz ve öğrencisi Behçet Kemal Çağlar ile Kayseri ve Onuncu Yıl Marşı şiirlerini yazış serüveni ve Kemal Atatürk’ün Kayseri Lisesi önündeki çınar ağacı dibinde, kara tahta üzerinde ilk Latin abc’sini öğretmesi ve eşekli seyyar kütüphanecilerin Anadolu aydınlanma hareketine katkıları ayrıca bu belgeselin konusu oldu…
Orta Anadolu’dan doğa, tarih, kültür ve insan manzaralarının yer aldığı projede, özel röportajlar, Gürsel Fırat ile zenginleşen canlandırmalar, Nur Subaşı’nın davudi sesinden şiirler, özgün müzik, özel tren ve kervansaray çekimleri yanı sıra; İstanbul, Haydarpaşa, Ulukışla, Pozantı, Beyağıl, Porsuk, Darboğaz, Tekneçukur, Kamerhisar, Niğde, Araplı, İncesu, Kayseri ve Kayseri Lisesi içinde ve genel çekimlerde, candırmalarda ve röportajlarda katkıda bulunan herkese teşekkür borçluyuz. 4 mevsim özel çekim teknikleri ile bölgenin turizm ve tanıtımına da katkıda bulunacak önemli bir çalışmadır…
Sinema Genel Müdürlüğü, TCDD, Niğde Valiliği, yönetmen ve metin yazarı Dursun Özden, Proje Danışmanı Necmettin Kılıç (Niğde Eski Valisi), seslendiren Nur Subaşı, canlandıran Gürsel Fırat, özgün müzik yapan Hakan Çelik ve Selçuk İspir, kameraman Mahir Can ve Sinan Can, montaj yönetmeni Yorgo Demir, grafik tasarımcı Ali Ulusoy, çevirmen Betül Akdağ ve Gizem Şenyurt, alt yazıcı Önder Kara, özel destekleri için Ulukışla Belediyesi, Ulukışla Kaymakamlığı yanı sıra; Kemerhisar Belediyesi, Kayseri Lisesi eski müdürü Yusuf Özmedivenli, İncesu’dan Ahmet Kızılışık, Niğdeli halk ozanı Fikret Dikmen, Porsuk Köyü Muhtarlığı ve halkı, Beyağıl Köyü İlkokulu öğretmen ve öğrencileri, Darboğaz köyü halkı başta olmak üzere, emeği geçen ve de destekleyen herkese şükranlarımızı sunuyoruz.
Genel izleyiciyi hedef kitle olarak çekilen (16;9) geniş ekran özellikte, (1080x1920) Full HD çözünürlükte ve 59 dakika süreli olan bu dramatik canlandırmalı belgesel; ilk kez bir şiirin açılımı ve şiirin yol öyküsünün tarih, kültür, insan ve doğa manzarasıyla bütünleşen, Cumhuriyetimizn ilk yıllarında başlayan Anadolu aydınlanma hareketinin başladığı 1923 yılında geçen, tren ve yaylı denen at arabasıyla yapılan ve tarihi kervansaraylarda konaklayan öğretmen şair Faruk Nafiz’e esin kaynağım olan ve ona uzunca bir şiir yazdıran bir yol serüvenidir bu belgeselin konusu…
Han Duvarları Belgeseli Metni
Uzayıp giden tren yollunda yankılanan; ney ve su sesini bastıran at kişnemesi, kırbaç ve at nalı sesleri; rüzgara savrulmaktadır…Batan güneş, dönen dünya, dünya haritası üzerinde Asya’dan Anadolu’ya akın eden atlılar…
Haritada Orta Anadolu’ya odaklanma…Şiirin yol öyküsü başlıyor…
13 milyar yıl önce güneş ve 4,5 milyar yıl önce dünya, 3 milyar yıl önce su yoktu.
10 milyon yıl önce patlayıp, ateşi Orta Anadolu’ya savrulan ve bu gün bir hisar gibi yolcuları selamlayan Erciyes Dağı, Hasan Dağı ve Bolkar Dağı vardı…
Orta Anadolu coğrafyası binlerce yıldır, pek çok kadim medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır.
Orta Anadolu tarihi ve kültürel mirasların beşiğidir.
Uzak Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan Anadolu coğrafyası, ata yurdu ve anavatan olarak; nice destanlara, şiirlere ve sevda öykülerine esin kaynağı olmuştur.
Çanakkale ve Ulusal Kurtuluş Savaşı ardından başlatılan, Cumhuriyet ve Aydınlanma Seferberliği Hareketi, Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde tüm Anadolu’ya yayıldı.
1923 yılında İstanbul’dan Kayseri’ye giden öğretmen şair Faruk Nafiz’in yol öyküsü ve ışık kaynağı yolculuğu başlıyor…
Anadolu’nun efendisi olan atalarımız, sürmeli ve Sümerli kadim insanlar; subaşını yurt tutmuşlar… Suyun olmadığı yaşam alanlarına da, yerin altından ve üstünden uygarlık harikası eserlerle su getirmişler…Göç zamanı, sonsuz ve zamansız yolculuklarına, yabanıl ateşli al atlar eşlik etmiş… Yitik zaman ışığına göz kırpmışlar… Suyun şavkı vurmadan özgür yelelerine, güvenli mekanlara otağ kurmuşlar…
Ve bir ses yankılanır: “Subaşında durmuşuz / çınar ve beni bir de gölgemiz / suyun şavkı vurur yüzümüze / çınara, bana, bir de gölgemize…” “Asya’dan Akdeniz’e / bir kısrak başı gibi uzanan / Anadolu’ya selam olsun…”
“Atlılar, atlılar, yağız atlılar… Atları at, yelesi rüzgar kanatlılar…”
Yaylada otlak ve yerleşkede tarımla uğraşmışlar… Toprağı işlemişler… Trampa-değişim usulü alış veriş yapmışlar… Acılarını, sevinçlerini, sevgileri, yiğitliklerini, estetik ve muzipliklerini sözlü ve yazılı edebiyata dökmüşler, özden ünlemeye ve yazmaya başlamışlar… Özün adını verdikleri kafiyeli dizeler yani ilk şiirler, dilden dile dolaşmaya başlamış… Ağıt, mani, koçaklama, göç, koç katımı ve kına gecesi dizinleri, şarkı ve türküler yankılanır olmuş her yerde… Sonra resim yapmışlar, yontmuşlar kayaları… Duvarları çizmeye ve kağıt denilen yapraklara yazmaya başlamışlar… Kitaplar yazılmış…
Tarihin her döneminde kütüphaneler kurulmuş, kütüphaneler yağmalanmış ve yakılmış… 500 yıl önce Babil’de El Cahez, İran’ın Şiraz kentinde Persepolis, Suriye’de Palmira, Mısır’da İskenderiye, Balkanlarda Bosna, Almanya’da Berlin ve dünyanın pek çok döneminde ve yerinde kütüphaneler ve içinde şairleriyle birlikte kitaplar yakılmıştır. Şairler öldürülmüş, zindana atılmış ve şiir kitapları yasaklanmıştır. Osmanlıyı üç kıtada üç görkemli masal ve düş ağacı olarak tasvir eden ve Kralın karısına sevgi içeren şiir yazan ünlü Romen şair Mihail Eminescu da, zindanda öldürülmüştür… “Şiir tutsak olmamalı” diyen şair Faruk Nafiz‘ın, yazmayı meslek edinen şiirsel yol serüveni sürüyor…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.