• BIST 9355.86
  • Altın 2837.382
  • Dolar 34.4229
  • Euro 36.2785
  • İzmir 21 °C
  • İstanbul 19 °C
  • Antalya 25 °C
  • Ankara 18 °C
  • Turizmin Sesi Dergimizin Ekim 2024 68'nci Sayısı Yayında 
  • Turizmin Sesi Dergimizin Eylül 2024 67'nci Sayısı Yayında 
  • Turizmin Sesi Dergimizin Ağustos 2024 66'nci Sayısı Yayında 
  • Turizmin Sesi Dergimizin Ekim 2024 68'nci Sayısı Yayında 
  • Turizmin Sesi Dergimizin Eylül 2024 67'nci Sayısı Yayında 
  • Turizmin Sesi Dergimizin Ağustos 2024 66'nci Sayısı Yayında 

BİR ARADA OLMAK

KONUK YAZAR

 

OLMADAN OLDUĞUNU ZANNEDENLERLE BİR ARADA OLMAK 
“Recep Bey, artık kimsenin mesleğe, sanata saygısı kalmadığı gibi, öğrenip ona göre davranmaya yeltendiği de yok. Herkes artık yazar, önüne gelen 3 şiirle hatta Türkçemize yakışmaz yazım diliyle kitap yazabiliyor. 30 yaşında bir adam ben de eleştirmenim dediğinde gidip onu boğasım geliyor.  Eleştirmenlik, yazarlık ne demek? Bu kadar kolay mı yazar olmak? 30 yaşındaysan okul sonrası en iyimser sekiz yılın var demektir deneyim için. Bu sürede ne kadar kitap okudun?  Nereleri gezebildin? Hangi sanat dalına eğilim gösterip her noktasını su gibi ezberleyip, gezip görüp yerinde inceledin? Kaç film, tiyatro izledin? Kaç konferansa, kaç eğitime katıldın? Yazmak, eleştirmek bir tecrübe işidir, kalem ve dil işidir. Orhan Veli dahi bir dostuna '' Kendi çabamda karalıyorum öylesine'' derken, her iki satır çiziktirene nasıl yazar, şair denir aklım almıyor doğrusu.”
 
Yukarıda paylaştığım paragrafı Ankara’da görevli bir öğretmen okurumdan aldım. İletisini okuduğumda kendisine kişisel olarak benim de muzdarip olduğum bir konuyu dillendirdiğini ve eleştirisinin her harfine iştirak ettiğimi yazmakla yetindim. 
 
Ancak öğlen saatlerinde kuryenin getirdiği bir zarf, öğretmen okurumun iletisinin yeniden gözümün önüne gelmesine ve bu haftaki yazı konumu belirlememe neden oldu. Gelen zarf, öğretmenimin eleştirisi ile cuk oturmuştu. Öğretmenim değil ama "hay ağzına sağlık" dediğimi yanımdakiler net duydu.   
 
Yıllar önce kadromda çalışan satış şeflerindendi Tarık. Önce eşinden boşandığını, sonra emekli olup Datça tarafına yerleştiğini duymuştum. -Sanıyorum Nisan ayı idi - arayıp şiirle uğraştığını, şiirlerinin edebiyat dergilerinde, sitelerde falan yayınlanmaya başladığını söylemişti. Datça, Can Yücel ve diğer bazı sanatçıların yaşam mekânı olduktan sonra entelektüellik sevdalılarının daha bir ilgi gösterdiği yer olmuştu son yıllarda. Bizimki de her halde o hesap Datçalı olanlardan. Tarık’ı şiirle, sanatla yan yana düşünemediğimden doğrusu bu bağlantıyı kafamda kuramamıştım.  
 
Aramış, üç beş hal hatır cümlesinden sonra adresimi istemişti benden. Baskısı tamamlanınca şiir kitabını gönderecekti. İki haftaya kalmadan postadan 48 sayfalık orta boy dergi tarzı bir kitap gelmişti. Tarık’ın bahsettiği şiir kitabıydı gelen. Edebiyatçı değilim, ama mesleki birikimimle yıllardır yazarak az buçuk telif hak eden, imla hatalarıma rağmen kolay okunan biri olarak açıkçası kuryenin getirdiği yayından hiçbir şey anlayamadım. Ne dil olarak, ne şiirimsi bir tat ve ne de mesaj olarak. Kulakları çınlasın, anamın çok sarf ettiği, bizim oralarda yoğun kullanılan "haçapuranın taşı, kayığun eğmeleri" sözüne uyan bir karalama idi bana göre. Hanımlar daha duygulu olur diye ofisteki bayan arkadaşlarıma göz gezdirttim; onlar da şiirle ilgili emare göremedilerdi. Üzerinde durmaya değmez dedim ve unuttumdu konuyu.  
 
Öğlen kuryenin getirdiği zarfı açtığımda hem bu hikâyeyi, hem de öğretmen okurumun iletisi  birlikte canlandı beynimde. Bizim eski Satış Şefi Tarık şair, yazar olmaya belli ki çok kararlı. Bu kez de bir edebiyat dergisi çıkarmış ve bana da onun 2. sayısını göndermiş. Hem de ne dergi! Katlanmış iki tane A3 kâğıda Times New Roman 12 punto ile yazılmış kısa kısa metinler. Adı da “Ebegümeci Edebiyat Dergisi”. Tam “dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı” deyip kopmuştum ki, sayfalar arasında bana yazılmış bir not kâğıdını fark ettim.  “Hocam, daha önce kitabımı da size göndermiştim, ikinci baskısı için arka sayfasına sizden güzel bir eleştiri yazısı isteyebilir miyim?” diyordu. 
 
Kardeşim, istersin de, ben ne yazabilirim acaba, hiç düşündün mü? 
 
“Dalga mı geçiyorsun. Üstüne para verip baskı yaptırdığın kelimeler hiçbir şeye benzemiyor” diye yazıp şevkini kırmaktansa, yanıt vermemeyi tercih ettim ama içim rahat etmedi, bari okurlarımla paylaşayım dedim içimi size dökmeye başladım. 
 
Bu kadar ucuzladı mı her şey? Elbette yazanı için satırları, kelimeleri çok derin anlam yüklüdür, güzel kurgulanmışsa başkaları da okuduğunda benzer ya da yaklaşık hisleri tadar. Ama 8 kelimeyi yan yana koymakla, “şiir yazıyorum” demek de olmaz ki be kardeşim! 
 
Tarık, aslında bir örnek sadece. Çala kalemlerinin başkaları tarafından da rağbet görebileceğini, okunabileceğini düşünenlerin son dönemlerde o kadar çok örneklerini görmeye başladık ki... Yerel medyada,  sektör yayınlarında çok örnekleri var. 30 yıl önce futbol takımının 11 kişi ile sahaya çıktığını bilemeden spor muhabirliği yapan tanıdığım vardı, bugün de kahvede, berberde ya da meyhanede yaptığı ya da yapılacak muhabbeti internet sayfasına taşımakla yazar olunuverdiğini zannedenler var. Yazmak, o konuda bilgi sahibi olmayı gerektiriyor öncelikle. Elbette fikriniz olmasa da muttali olduğunuz bir vakayı, gelişmeyi haber olarak aktarabilirsiniz. İşte bu ikisi de birbirine karıştırılıyor.  
 
Sadece sanatsal konularda değil tabii ki; pişmeden, olgunlaşmadan olgunlaştığını zannedenler her kesimde var. Maçta yanınıza böyle biri düşmüşse, temeli olmayan baskın sübjektif yorumlarıyla o günkü seyir zevkinizin içine edebilir. Ve ya hasbelkader aynı ortamı paylaştığınızda sizin bunca yıl eğitimini aldığınız, emek verdiğiniz konuda bulvar basınından veya bir yerlerde duyduklarından aklında kalmışlarla ahkâm kestiğinde size sadece tebessüm-i susmak düşebilir.  
 
Ben bu hafta böyle bir örnekte yaşadım. Olmamış, henüz çok ham olmasına rağmen olduğunu zannediyordu o da. 
 
Kendisiyle 3-4 yıl önce iş müracaatında bulunduğunda tanışmıştım. Bir kurumda istikrarlı bir şekilde 5-6 yıl çalışmış, ayrılınca da bir türlü arzuladığı işi bulamamıştı. Hala kendini mucizeler yaratan mühendis olarak görüyordu ama maalesef kimse bunu fark edemiyordu. Benim de istihdam edebileceğim vasıfta değildi. Ve ya o günkü münhal kadrolarımla uyuşmuyordu  diyelim. Mühendis hanım çoğu işsizin yaptığı gibi boş durmamış; NLP dahil bazı kurslara gitmiş. Hay gitmez olaydı, geçen hafta aradı, özetle "İş ve yaşam koçluğu yapmaya başladım, bu konuda size de hizmet verebilirim, randevu istiyorum" dedi. 
 
Anlamazdan geldim, başarılar diledikten sonra kendisine her zaman kahve ikram edebileceğim kadar süre ayırabileceğimi söyledim. Mesajımı algılamayıp ısrarını sürdürünce de, eğer daha uzun bir süre ayırmamı isterseniz, iş mevzularına gireceksek, o zaman da saat ücretimi karşılamanız koşuluyla uygun zamanda daha geniş zaman ayırabileceğimi belirtmek zorunda kaldım. Açıkçası ifademden üzüldüm üzülmesine de, ancak birilerinin de böyle olmadan olduğunu zannedenlere hadlerini bilebilmeleri için “siz daha koruk bir eriksiniz” demesi lazım. Yoksa bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlardan geçilmez duruma gelebilecek yaşadığımız çevre.                                                                                                                
Recep Ali Aksoylu
  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 27 Şubat 2007 Turizmin Sesi | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : +90 216 481 51 21