RİDEF'in organize ettiği 7. Feshane Rize Günlerinin ilk gününün ardından yazımı kaleme aldığımda başlığını “RİZE’Yİ TANITIM Mİ ? YOKSA MEMLEKET HASRETİNİ GİDERME Mİ?” diye atmıştım. Yazımı paylaşmadım, Feshane’ye son gün bir daha gittikten sonra yeniden düzenleyip şimdi yeni başlığıyla paylaşıyorum.
İstanbul’daki Rize Derneklerinin çoğunluğunun çatısı altında toplandığı Rize Dernekler Federasyonunun (RİDEF) Bakanımız Sayın Hayati Yazıcı’nın özel ilgileriyle Rize Valiliği ve RTSO’nın himayelerinde organize ettiği 7. Feshane Rize Günleri 24 - 27 Nisan tarihleri arasında gerçekleşti.
Rize kültürü ve turizminin tanıtımını ön planda tutmayı amaçlayan, ancak panayır havasına bürünen etkinlik yağmurlu bir günde Rize’den ve İstanbul’dan Rize kökenli siyasilerin ve Rize protokolünün, ilçe belediye başkanları ve kaymakamları dahil neredeyse tamamının katılımıyla başladı ve takip eden 3 günde de aynı tempo ile sürdü.
İstanbul Valisi Sayın Mutlu açılıştaki konuşmasında, "Rize'yi tanıtmak için bu kadar zahmete girmek gerekmezdi. Rize ülkemizde ve coğrafyamızda en iyi tanınan şehirlerdendir" derken, İBB Başkanı Sayın Topbaş da Türkiye’nin her yöresinin farklı güzellikler ve özellikler taşıdığını belirterek, “Bu değerleri yitirmemek adına Türkiye'nin aynası olarak bildiğimiz İstanbul'da geleneklerimizi geçmişten geleceğe taşımak, yaşatmak sorumluluğuyla bir araya gelmek çok önemli" dedi.
Rize Belediye Başkanı Reşat Kasap’ta konuşmasında, Rize’nin dışındaki Rizelilerin Rize’ye geldiklerinde "Ah keşke biraz daha kalabilsem" diyebileceği bir Rize'yi oluşturmayı hedeflediklerini belirterek Rize il merkezi olarak diğer belediyelerle dayanışma içerisinde olacaklarını, hem içerde hem de dışardaki Rizelilerin birlik beraberlik içerisinde Rize’yi daha da ileri noktalara taşıyacağına inandığını söyledi.
“İstanbul’da Çay Vakti” sloganıyla takdimi yapılan Rize ili ve ilçelerinin tanıtımının amaçlandığı Feshane’deki etkinliğe farklı arkadaşlarla ilk ve son gün ziyaretçi oldum. Rize’den ve İstanbul’dan ziyaretçi, ilgili, protokol veya stant açmış hemşerilerimle, dostlarımla diyaloglarım oldu. Rize, dernekler, Ankara ve İstanbul da yapılan tanıtım günleri ve Vali Kasım Esen’den sonra yapılmayan “Rizeliler Günü” nü konuştuk genelde.
Feshane, dört gün boyunca hep kalabalıktı, çoğu alanlarda içerinin klimatize edilememiş olmamasının da etkisiyle yürümek, soluklanmak dahi mümkün değildi. Bu aşırı izdihama rağmen etkinliğin Rize’yi tanıtma noktasında çok da etkili, verimli olmadığı izleniminde birleştik dostlarla. Zaten bu yaklaşımla yazıma da ilk anda attığım başlık, “Rize’yi Tanıtım mi? Yoksa Memleket Hasretini Giderme mi ?” idi.
Sayın Vali konuşmasında Rize’yi tanıtmak için bu kadar zahmete gerek yoktu dedi, haklı. Tanıtımında tanıtılacak lokasyon, ürün veya hizmeti tanımayana, tanımasının istendiği kişiye yapılması esastır. Gördüğümüz yoğun ziyaretçinin neredeyse tamamı bizdendi, yanı kendi kendimize pişirdik yedik. İlçesini, ürününü çok iyi temsil eden stantlar vardı ama üzülerek ifade etmem gerekir ki, yenilenler bölümünün çoğu bizden değildi. Hijyenden uzak, Eminönü meydanındaki satıcıları ve çığırtkanlıklarını anımsatan giriş bölümünde yer alan gıda ve yemek stantlarının tamama yakın Rize dışındandı. Tabelalarından çoğunun Trabzonlu olduğu anlaşılıyordu ama tabelasında Rize ve İlçeleri yazanların bir kısmının da Rize ile ilgisinin olmadığını söylüyordu görüştüğümüz hemşerilerimiz. Gazeteci dostum Osman Can’da bu noktadan hareketle bana “Sen ekonomistsin bilirsin bizim İyidere’de tulum peyniri imalatına mi başlanmış, Anzer Balını satma hakkını Maraşlılara mi vermişiz?” diye soruyordu kinayeyle.
Yerel medyamızda hiç bunlara, detaylara değinmeden okuduklarımız sadece, “Feshane’de Rize Günlerine Yoğun İlgi, İzdiham ya da şöyle horon edildi, muhlama dağıtıldı” ekseninde oldu. Bunlar yanlış değil, değil de bu hengame ile amaca ulaşılıp ulaşılamadığı önemli.
Önemli ve gerekli olan yöresel ürünlerimizi, kültürümüzü, değerlerimizi memleketine gidemeyen, havasını soluyamayanlara ve bizi hiç tanımayanlara mutlaka tanıtmak, buluşturmak olmalı. Ama bunun için panayır oluşturmak değil, yerel değerleri temsil noktasında yeterliliği olanlar arasından seçilmiş, Valilik ve Ticaret Odasının desteklediği örnek markaların, ürünlerin üretim süreçlerini, farklılıklarını da içerecek konseptlerle doğru temsil edilmelerini sağlamak olmalıdır. Organizasyonu üstlenen STK, organizasyon maliyetini karşılamak için daha çok firmaya yerelliğini ve gerekliliğini dikkate almadan, üstelik fahiş sayılabilecek fiyatlarla stant kiralama durumunda kalmamalı. Şahit olduğum bir diyaloğu araya sıkıştırarak uzun laflar etmeyeyim şimdi. 185 lira hesaba tepki veren 4 kişilik aileye Erzurumlu kebapçının verdiği cevap “Hanım abla tepkini bize değil, buraya ödediğimiz kirayı belirleyenlere ver” olmamalı.
Top dolaşıp organizasyonu yapan STK’ ya geliyor. Onlarında haklı olduğu taraflar var. Organizasyonu yapmakla kalsalar iyi, işin maddi boyutunu da çözümlemeliler, bu yük sırtlarına kalınca ortaya çıkan tabloda bu oluyor. Her zaman böyleydi, üşenmedim 2009 yılındaki RİDEF etkinliğinden sonra Genel Sekreter Recep Bey’le yaptığım sohbetten ajandama düşen notları anımsadım. Aşağıya alacağım kısa bir bölümü STK’ların da durumunu ortaya koyuyor gibi:
“Çaykur varsa biz gelmeyiz diyen çaycılar oldu. Stant açması için davet ettiğimiz Rizeli geldi de mi yer vermedik? Satış yaparsan kira öde dedik. Bazıları yeter ki katılsın kıra da istemedik. Kira ödemek bir yana katılım için üste para isteyenlerde oldu.” Etkinliğe beraber katıldığım arkadaşlarımın her biri ilgi alanlarına göre bir yana dağılınca bu keyifli sohbetlerin ancak bir kısmını fotoğraflayabildim. Biraz da stantlardan görüntü aldık ama o ortamda telefonla pekte iyi sonuç alamadığımı ifade edeyim. Yine de seçtiklerimi aşağıda picasa link üzerinde paylaşacağım. Her şey daha güzel, daha yaşanılabilir, kültürel değerlerine daha sahip bir Rize için olsun.