Balkan; sıra dağ, sarp, geçit vermez dağlık arazi anlamına gelen Türkçe bir kelimedir. Avrupalı Coğrafyacılar Türklerin Meriç ile Tuna arasında, onlara paralel uzanan dağlara vermiş oldukları bu ismi alıp kocaman bir yarımadaya vermişler. Balkan Devletleri; Türkiye (Trakya Bölgesi), Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Arnavutluk, Slovenya, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ, Kosova ve Kuzey Makedonya’dan oluşmaktadır. Balkanların en eski sakinleri bugünkü Arnavutların Atası olan İlirler’in dedesi Pelazglar’dır. Bunlara ilaveten Türkler ve Macarlar da balkanlara yerleştiler. Türklerin balkanlara gelişi VI. Yüzyılda başlar. Osmanlı Devletinin kuruluşundan çok önce Avrupa’yı hedef alan Hun akınları ve sonrasında oldu. Bu tarihte gelen Türk boyları Avarlar, Peçenekler, Kumanlar, Vardar Türkleri ve Uzlardır. Slav boyları olan Sırplar, Hırvatlar, Slovenler ve Makedonlar ise V. ve VI. asırlarda balkanlara gelmeye başladılar.
X. asrın başında doğu kültüründeki Sivas ilinin Divriği ilçesi kaynaklı pavlikanların etkisi ile başlayan bogomil hareketi Balkan Hıristiyanlığında yeni bir anlayış ortaya çıkardı. Bu anlayışa göre insanın mümin olması için kiliseye ihtiyacı yoktu. Bogomil anlayışı kısa sürede Bulgaristan, Makedonya, Arnavutluk, Sırbistan ve Bosna’da yayıldı. O gün var olan Bogomil hareketi bu gün Hırıstiyan inancının büyük mezhebinden biri olan Protestanlığın temellerini oluşturdu.
I. Bulgar Krallığının X. yy’ın II. yarısında çökmesinden sonra mahalli bir yönetici Nikola’nın oğlu Samuil merkezi Ohri olan Makedonya Krallığını (bazı tarihçilere göre batı Bulgaristan krallığını) beraberinde de Ohri Ortodoks Başpiskoposluğunu kurdu.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlara gelmesi ile çehresi değişen balkanlar da pek çok anıtsal Osmanlı eseri görmek mümkün. Ohri şehrine gittiğinizde adeta bir Osmanlı şehri sizi kucaklıyor.
Ohri ya da Osmanlı’da ki adı ile Ohrid’i biraz anlatmak isterim. Öncelikle dünyanın en berrak ikinci gölü burada bulunmakta, berraklığın sebebi gölü besleyen temiz su kaynakları ve bu kaynakların yüksek debisidir. Göl üzerinde gezerken suyun altını çok net bir şekilde görebiliyoruz. Umarım kirletmezler.!
Bir diğer husus ise bu gölde yaşayan bir balık türü olan Plasica’nın pullarından özel bir yöntemle inci üretilmesi, bu konuyu biraz genişletmek isterim. Rus İmparatorluğu sıcak denizlere inemeyince inci üretmek için bilim insanlarına Baykal gölünde yaşayan bir balık türünün pullarını istiridye kabuklarının iç kısmından elde edilen parlak kısımları üzerine özel bir uygulama ile inci ürettirmiş. Ohri de yaşayan aileye Rusya’dan akrabaları misafir geldiğinde Ohri, çevresi ve gölde gezdirmişler. Bu gezinti sırasında göldeki balıkları fark eden kişi bu balıkların Baykal gölündeki balıklardan daha kaliteli pullara sahip olduğunu ve bundan elde edilecek incilerin de daha güzel olacağını fark edip evinde misafir kaldığı aileye bu işi öğretti. Öğrendikleri bilginin ne kadar faydalı olduğunu ve bu bilginin kendilerinin geleceği için önemini fark eden aile bu sırra sıkı-sıkıya sarılır.
Buraya kadar her şey çok güzel de bundan sonrası ilginç. Bu aile ve devamındakiler bu öğrendikleri sırrı hiç kimse ile paylaşmadıkları gibi ailenin sadece erkek çocuklarına öğretmiş kendi kız çocuklarına bile öğretmediler.
Çok çeşitli inci takı tasarımları yapılmakta olup renk seçenekleri ile insanın gözünü alamadığı vitrinleri izlemek bile insanı mutlu etmekte. Konuyu bana anlatan bu ailelerin devamı olan Abedin’e verdiği bilgiler ve misafirperverliği için teşekkür eder, inci üretimini ailenin erkek çocuklarından başka kimseye öğretmedikleri için de hafif tebessümlerimin kabulünü rica ederim.
Bir hususu daha sizlerle paylaşmak isterim. Ohri den yaklaşık yarım saatlik bir yolculuk sonunda vardığım Saint Naum Manastırı adeta bir doğa harikasının köşe başını tutmuş durumda. Gölü besleyen önemli su kaynaklarının burada muhteşem bir görseli var. Göle girip yüzme imkânı da sunmakta. Manastırı gezerken bir mezar gösterdiler. İnsanlar buraya gidip dua ediyorlar. Neresi burası diye sordum. Papazın mezarı dediler. Buranın yüksek enerjisi beni etkileyince araştırmaya başladım. Çeşitli tez ve kitapları taradığımda ulaştığım sonuç çok ilginçti.
Osmanlı’lar Anadolu’dan Avrupa’ya Çanakkale’nin Çardak Beldesinden geçiyorlar. Bu geçiş sırasında Sarı Saltuk da geçenler arasında. Beraberindekilerle Balkanlara gidip oralarda yerleşerek dergâhlar kuruyor. Sarı Saltuk bir ara Aya Nikola adında piskopos kılığında halkı İslam’a davet eder. Bu bölgelerde çok seviliyor bölgenin kalkınmasında çok önemli katkısı oluyor. Etrafındakilere şunu anlattığı rivayet olunur: bu bölgede yedi krallık var ben ölünce bu krallıklar benim cenazemi almak isteyecekler, alamazlarsa savaş çıkaracaklar bunu önlemek için yedi adet sanduka hazırlayın ve her gelen krallığa birini verin diyor. Hak vaki olunca da gelen krallıklara birer sanduka veriliyor. Her krallık Sarı Saltuk’un cenazesi kendinde sanarak türbeler yaptırıyor. Bu sebepten pek çok yerde Sarı Saltuk Türbesi var gerçek mezarın nerede olduğu bilinmiyor. Yerel halka göre burada.