Balat, bedeninizde ve ruhunuzda, eskiye olan özlemin giderildiği yer

YÜKSEL GÖK

Agora Meyhanesi’nden yükselen nidalar eşliğinde, yağmurlu, ılık bir havada dar sokak aralarında güzel yüzlü çocuklar. Tarih sayfalarından fırlamış gibi görünen kapılar ve bu kapıların önünde oturan teyzeler. Cumbalı evler diyarının tepelerinde, binalar arasında görünen deniz manzarası. Çocukluğuma bir nefes mesafesindeki eşsiz İstanbul semti. İstanbul bir güzel kadınsa şayet, oradan buradan acemi kuaförler misali o güzel kadını çirkinleştirmek için suratına kondurduğu makyajı göz ardı edersek, kendine has duruşuyla müstesna bir semttir Balat.

Surların arasına sıkıştırılmış diğer semtlerden biraz daha zengin, biraz daha renkli. Bu farklı renk cümbüşüyle podyumda arz-ı endam eden havalı bir güzel. Ve tabii biraz daha dolu. Kültürüyle, insanıyla ve birbirinden farklı ama bu farklılıklarla birbirini tamamlayan duruşuyla başlı başına bir güzeldir.

Doğmadığım, büyümediğim ama zaman zaman uğramasam özlediğim yer. Hatıralarımda o koca evlerin ve sokakların aslında ne kadar küçük olduğunu uzun yıllar sonra görünce fark ettiğim Balat. Ama hiç aklımdan çıkmayan, hafızama mıh gibi çakılan görüntü ise binalar arasında gerilmiş, makara çamaşır ipi sistemi. Çamaşır ipi deyip geçmemek gerek. Karşı karşıya duran iki farklı mutfağı, iki farklı yaşamı, iki farklı haneyi birbirine sıkı sıkıya bağlayan bir diplomasi görevi görür. Sultan Ahmet’te doğduğum, büyüdüğüm ve doyduğum evdeki makara sisteminden biliyorum. Karşı pencereye o ip aracılığıyla anneden evden çıkma cezası almış arkadaşınıza gofret bile yollayabilirsiniz. Hani komşuda pişer bize de düşer misali.

Mahalle havası almak istediğimde gidip gezdiğim İstanbul’un en İstanbul yerinde hiç İstanbul olmadan duran semt Balat.

Dar sokaklarında umarsızca oynayan çocukları, Arnavut kaldırımlı sokakları ve köşede çocukluğuma göz kırpan bıyıklı bakkal amcası. İstanbul’un içinde İstanbul’un keşmekeşine rağmen kendine has duruşunu bozmayan şarap gibi kadın Balat.

O’na eski, köhne, yıkık dökük İstanbul semti diyenlere inat yıllandıkça güzelleşen, güzelleştikçe olgunlaşan ama hala çocuk hala samimi kalabilen bir yer. Kısaca gerçek üstü, İstanbul’un gerçekliğinden uzak, güzel bir şube.

Balat’ta, camii, havra ve kilise üçlüsü arasında oluşan hoşgörüyü sevdim ben, hem de çok sevdim.. Çoluk çocuk, kadın erkek. Bir karmaşa ki sormayın. Ya her köşe başında avaz avaz bağrışan çocuklar, ya her köşe başında mahallenin muhtarı gibi duran sevimli kedilere ne demeli. Sadece sevmeli hem de çok sevmeli.

Haa bir de Agora Meyhanesi var. Gitmezseniz de görmeseniz de adını duymayan bilmeyen var mı emin değilim. Yeni mekanında eskiyi, eskidikçe yenileyen haliyle canınızda can buluyor. Özdemir Asaf şiirleri, Necip Fazlı Kısakürek’in demlendiği akşamları o eski günlerin heyecanıyla ruhunuzda hissettiriyor.