İkinci haftadır Rize’deyim. İstanbul, trafik keşmekeşi ve bunaltıcı sıcaklarla kavrulurken daha serin ve üstüne üstüne gelmeyen günler yaşıyorum burada. Gerçi karayemiş ve armut çeşitleri dışında meyve açısından pek revaçta bir zaman dilimi değil ama yine de günler dolu ve anlamlı geçiyor. Daha çok da farklı şehirlerden, İstanbul’dan gelen arkadaş gruplarıma yörenin popüler lokasyonlarını gezdirerek becerebildiğimce rehberlik yapıyor, yöreye dair ekonomik ve sosyal gelişmeler konusunda tartışmalara katılıp veri depolayabiliyorum. En çok muhatap olduğum konu da, önceki hafta yerel medya da ses getiren “Ziraat Çay Bahçesinde Hizmet Özelleştirmesi” başlıklı yazımın perde arkası oldu. Modelin gelecek yıldan itibaren Çay Kur’un fabrikalarında yaygınlaşabilirliği, Çay Kur’un bütünüyle özelleştirilmesi, Üniversite, Üniversite hastanesinin araştırma hastanesi mi, yoksa bölge hastanesi mi olduğu, Üniversitenin çekebildiği öğrenci profili, Kentleşme, Ovit, Havalimanı ve Turizm muhatap olduğum diğer konu başlıkları oldu.
Fırsat buldukça da yöreye dair bu gözlemlerimi okurlarıma paylaşıyorum.
Son 3 günde konuklarımla bin kilometrenin üzerinde yol kat ettim. Trabzon’dan Sarp’a, Sümela’dan, Uzungöl’e, Ayder’e kadar tüm karayollarının birinci sınıf olmasından iftihar ettim. Önceki yıllarda bozuk yollarda araçlarımız için üzülür, yola çıktığımıza pişman olurduk. Demek ki istendiğinde olabiliyormuş. Bu güzel yolların sahilde bir yanı deniz, diğer yanı dik yamaçlar, iç kısımlarda ise genelde bir yan gürül gürül akan dereler, diğer yanda eşsiz güzellikte dağların, bitki örtüsünün arasına gizlenmiş yöresel yapılar olunca insan ziyaretçi olarak keyf alıyor, konuk ağırlayan olarak da gurur duyuyor.
Ayder de, yerelden ulusal boyuta taşınmış memleketin cennet köşelerinden biri. Ayder’de olduğumuz gün Rize Kültür ve Turizm Müdürü İsmail Hocaoğlu’nun “Rize'de yaz dönemi turizm hareketlerinin son derece yoğun geçtiğini, son yıllarda Rize'nin önemli bir turizm merkezi olma yolunda güçlendiğini, tatilini Rize'de geçirmek isteyenlerin erken rezervasyon yaptırması gerektiğini” belirttiği haberi okuyunca bende sıcağı sıcağına Ayder’i, beraberinde Doğu Karadeniz’in yollarına dair gözlemlerimi yazmak istedim
Bir yanınıza üzerinde rafting yapanları seyrettiğiniz Fırtına deresini, diğer yanınıza yeşilin her türlü tonuna sahip doğanın bahşettiği güzellikleri alıp bu kaymak gbi güzel yolları kat edip Ayder’e vardığınızda konuklarınızın tabiatın bahşettikleri karşısında büyülenmesinden aldığınız hazzı, insanoğlunun bu güzellik üzerine bindirdiklerini görünce yüzlerinin ekşimesini hissettiğinizde anında kaybediyorsunuz. Ve 15 yıl kadar önce Rize'de konuk ettiğim bir mesai arkadaşımın “Ne yapın edin sosyal ve idari açıdan alt yapısını düzenlemeden Ayder'ı, Doğu Karadeniz’i turizm gelişsin diye ülke geneline tanıtma yanlışlığına düşmeyin” cümlesini kulaklarımda çınladığını da anında hissettim. Açıkçası Ayder’in mevcut fotoğrafı maalesef haklıymışlar dedirtecek görüntüde olduğundan keşke Ayder'e gitmemiş olsaydık dedirtti. En azından eski Ayder’i bilen bana.
Ayder, Kadıköy’ün Salı Pazarı gibi olmuş. Keşmekeş, kalabalık, yapılaşma almış başını gitmiş, ne bir konsepti var ne de tarzı... Yaradanın bahşettiği muhteşem güzellik, insanoğlunun katliamına karşı direnmeye devam ediyor. Görüntü diğer gözde turizm noktalarımızda da aşağı yukarı aynı. Hatta Uzungöl için çok daha ağır ifadeleri kullanabilmemiz de mümkün.
Fotoğraf bu olunca Sayın Valiye, Sayın Kültür ve Turizm Müdürüne “Ayder’i tekrar kazanabilmek, Kavron’ları kaybetmemek için ya politikalarınızı geliştirin, ya da profesyonel olmayan doğa sporlarının haricinde turizmin gelişmesi için çağrıda bulunmayın” demekten kendimi alıkoyamıyorum.
Ayder’e yaptığım geziden tabiat ananın cömertliği dışında elbette keyif aldığım kısımlarda oldu. Henüz sahilden fazla uzaklaşmamıştık ki, bu yıl ikincisi düzenlenen ve 4 ülkeden 57 sürücünün katıldığı Ardeşen Off-Road Oyunlarının son bölümü ile rafting eğitimi alan grupları izleme keyfini yaşadık. Sonra da Çamlıhemşin’in bitiminde solda tarihi kemerli köprünün ayağında arama kurtarma faaliyetlerinde ünleri Türkiye geneline uzanan İslampaşa’lı Selçuk ve İrfan Çolak kardeşlerin Milli Emlak’tan kiralayarak profesyonel veya dağcılık sporlarına, kampçılığa ilgi duyanlara hizmet vermek için yaz başında faaliyete geçirdikleri mekanda keyifli saatler geçirdik. “Ayder in Outdoor”’da 3 demlikli kocaman semaverde demlenen çayımızı yudumlarken, fırtına deresinin coşkulu nağmeleri eşliğinde yöresel yemeklerimizi yerken Türkiye’nin dört bir yanından gelmiş UMKE’den, AKUT’tan, sivil savunmadan, spor kulüplerinden çok renkli kimliklerle sohbet ediyorsunuz. Yöresel veya ortama uygun yemekleri de öyle aşçılık sertifikası olan birilerinin hazırladığını falan düşünmeyin. Mekanda İrfan veya Selçuk’un dışında birkaç daimi personel var ama çayımızı demleyen İTÜ Tekstil Mühendisliği mezunu, yemeğimizi hazırlayan sinema yönetmeni, odunları kıran TV kameramanı idi. Ama haftaya siz gittiğinizde bu kadronun yerine farklı mesleklerden, farklı entelektüel kimliklere sahip profesyonel doğa sporcularına, arama kurtarma uzmanlarına denk gelebilirsiniz.
Duble sahil yolu dahil iç kısımlara uzanan tüm yollarda aracınızı keyifle sürdüğünüzü vurguladım girişte. Tüm yörede karayolları bu kadar güzelleşmişken şehir içi ve mahalle arası sokakların bundan neden nasiplenemediğini açıkçası pek kavrayamadım. Gurbettekilerin yazları evlerine dönmesiyle bölgede nüfusun katlanmasının, trafiğin kesmekeş olmasının ötesinde alt yapıyla, belediyelerin becerisiyle ilgili bir durum olsa gerek.
Recep Ali Aksoylu