ÖNCܒNÜN DEMRE GEZİSİ

Demre'ye giderek ve bölgenin en çok ziyaret edilen mekânlarının başında gelen Antik Kent Myra ve St. Nicholaos Kilisesi'ni yerinde gördük

TURİZMİN SESİ


Sabah erken saatlerde Antalya'dan yola koyuluyoruz. Antalya ile Demre arası 140 km. Finike'ye kadar yol genelde duble yol iken, Finike'den sonra dolambaçlı yollardan geçerek Demre'ye ulaşıyoruz. Demre'ye ulaşana kadar da sırası ile Kemer, Kumluca, Finike ilçelerinden geçerek hedefimize varıyoruz. Her yıl binlerce turiste ev sahipliği yapan Demre yapı itibarıyla, bir turizm kenti olmasına rağmen yeterince gelişmiş bir kent olarak görünmüyor. İlk defa 1904 yılında Eynihal adıyla köy statüsüne kavuşan Demre, 6 Haziran 1968 yılında 4 köyün birleşmesiyle Belediyelik, 4 Temmuz 1987 günü Kale adıyla ilçe olmuştur. İlçe 2005 yılında Demre adını almış. Antik Kent Myra ve St. Nicholaos Kilisesi bölgeye ciddi bir turizm hareketliliği vermesine rağmen özellikle antik kent Myra'ya gidilen yolun yetersiz olması ise gözlerden kaçmıyor.
Myra Yolu biraz daha düzenlenmeli diye düşünüyorum.Myra Antik Kenti zamana meydan okuyor ve hala dimdik ayakta...

 

Önce Demre'deki hedefimizi Myra olarak belirliyoruz. Myra antik kentine geldiğinizde aracınızı park ettikten sonra yaklaşık 50 mt.lik bir yürüyüş ile sağlı sollu hediyelik eşyalarının ve bölgenin tanıtımın yer aldığı kitapların satışının yapıldığı alışveriş mekanlarını da geçerek giriş kapısına geliyoruz. Gişeye geldiğinizde dağdaki çarpıcı kaya mezarlarıyla karşılaşmanın heyecanını yaşıyorsunuz. Giriş oldukça kalabalık. Bu arada son dönem Müze kartının da çıkması ile çok sayıda yerli turistin bu bölgeleri görmek için geldiklerini ve yoğun bir trafik yaşandığını da yerinde görme fırsatı buluyorum. Antik kente giriş ücreti 10 TL. Biletimizi alıyoruz ve kendimizi en az M.Ö. V. yüzyılda var olduğu anlaşılan Myra antik kentinin içinde buluyoruz.

Antik Myra kenti, Aziz Nicholaos'ın piskoposluk yaptığı ve bu nedenle tüm Orta Çağ boyunca ününü sürdüren önemli bir Lykia kenti. Myra adı ise "Yüce Ana Tanrıçasının yeri" anlamına geliyormuş. Lykia dilinde "Myrrh" olarak geçen Myra, Demre ovasını kuzeybatıdan çeviren dağların denize bakan yamacına kurulmuş durumda. Önce bugünkü kaya mezarlarının üzerindeki tepeden kurulan şehir daha sonraları aşağıya inerek genişlemiş ve Lykia'nın çok önemli altı büyük kentinden birisi olmuş. Kentin M.Ö. IV. yüzyılda basılan ilk sikkesi üzerinde ana tanrıça kabartması bulunurken, antik kaynakların M.Ö. I. yüzyıldan itibaren Myra'dan bahsetmelerine rağmen, kaya mezarlarından ve bastıkları sikkelerden, şehrin en az M.Ö. V. yüzyılda var olduğu anlaşılmıştır
Tiyatrosu dağa oyularak yapılmış.Kaya mezarları ve Antik Tiyatrosu büyüleyici…

Kentin belli bölümlerine çeşitli dillerde kentin tarihi yapısı ile ilgili tabelalar asılmış. İlhan AKŞİT'in "Işık Ülkesi LYKİA" kitabından alınan ve halen Kültür Bakanlığı web sitesinde de yer alan Myra antik kenti hakkında şu bilgilere ulaşıyorum.“ Şehrin içinden geçen Demre Çayı (Myros) deniz ticaretini geliştirmiş ancak korsanların kolayca baskın yapmalarına neden olmuştur. Bu nedenle Myralılar limanları Andriake'de, nehrin ağzına bir zincir gererek bu baskınları durdurmaya çalışmışlardır. M.Ö. 42'de Sezar'ı öldüren Brutus asker toplamak için Lykia'ya gelmiş, Xanthos'u aldıktan sonra komutan Lentulus'u para toplamak için Myra'ya göndermiştir. Myralılar buna karşı çıkmışlar ve kendilerini müdafaa etmeye çalışmışlarsa da komutan nehrin ağzına gerilen zincirleri kırarak şehre girmiştir. M.S. 18'de Tiberius'un evlatlığı olan Germanicus ve karısı Agrippina burayı ziyaret etmişler ve Myralılar limanları olan Andriake'ye onların heykellerini dikerek kendilerine olan saygılarını göstermişlerdir. M.S. 60'da ise St. Paul Roma'ya giderken Myra'da gemi değiştirir.

Eski kaynaklar Myra ile Limyra arasında gemi seferlerinin yapıldığını kaydederler. Lykia Birliği'nin metropolisi olan Myra M.S. II. yüzyılda büyük bir gelişme göstermiş, burada Lykialı zengin kişilerin yardımları ile birçok yapı yapılmıştır. Örneğin Oinoandalı Licinius Langus 10.000 dinar vererek tiyatro ve portikoyu yaptırmıştır. Ayrıca Rhodiapolisli ve Kyeanaili Iason'un da Myra'nın imarı için çok yardım ettigini kitabelerden anlıyoruz. Aziz Nicholaos'ın Myra'da başpiskoposluk yaptığı II. Theodosion (408 - 450) zamanında Myra'nın Lykia Bölgesi'nin başşehri olduğu bilinmektedir. Şehir VII. yüzyıldan başlayarak IX. yüzyıla kadar devamlı Arap akınlarına uğramış, 809 yılında Harun El Reşit'in komutanlarından birisi Myra'yı zapt etmiştir. 1034 tarihinde Arapların yaptığı deniz hücumlarında St. Nicholaos Kilisesi yıkılmıştır.

Arap akınlarının verdiği huzursuzluk, Myros Çayı'nın sık sık taşması, bu taşma nedeniyle gelen toprakla bazı yapıların dolması ve bu arada meydana gelen depremler şehrin terk edilmesine ve Myra'nın köy hüviyetine bürünmesine sebep olmuştur. Türkler bu bölgeye geldikleri zaman böylesine küçülmüş bir Myra bulmuşlardır. Tiyatronun üzerindeki dağda bulunan akropolde fazla bir şey kalmamıştır. 1842'de Myra'yı ziyaret eden ve akropole çıkan Spratt burada küçük taşlardan başka bir şey kalmadığını görmüştür. Roma Devri'nden kalma şehir surlarında yer yer Hellenistik Devir'den kalma ve hatta M.Ö. V. yüzyıla ait olan duvar kalıntıları bulunmaktadır. Tiyatronun yakınında şehre doğru giderken, yolun sonunda hamam veya bazilika olabilecek geç devir kalıntıları görülmektedir. “


Myra Antik kaya mezarları...
Şehrin içinde en önemli ve görülmesi gerek yer ise Antik Tiyatrosu. Myra'nın görkemli tiyatrosu oldukça sağlam olarak günümüze kadar gelmiş, arkasındaki dik dağın yamacında kurulan tiyatronun bir bölümü büyük ölçüde kayalara oyulmuş. Tiyatro daha sonraları arena olarak da kullanılmış, bu nedenle bazı düzenlemeler yapılmış. Kaya mezarlarıyla ünlü Myra'da mezarlar hemen tiyatronun üzerinde ve doğu taraftaki nehir nekropolü denilen yerde olmak üzere iki yerde toplanmış. İnanılmaz etkileyici bir yapısı var burasının. Bende ellerimi açıyorum ve burada yüksek sesle bir şeyler söylüyorum. Yankı inanılmaz. Ben bir şeyler söylüyorum, yankı ise bana söylediklerimin tekrarını geri gönderiyor.Ayrıca çok sayıda turist bölgede ellerinde fotoğraf makineleri ve kameralar bu güzelliği çekiyor.

St.Nicholaus bütün Dünya çocuklarının Noel Babası.
Bizde bol bol fotoğraf ve görüntü aldıktan sonra Myra'dan ayrılıyoruz. Havanında sıcak olması nedeniyle kendimizi hayli yorgun bir vaziyette arabamızın içine atıyoruz. Ve oradan da ikinci durağımız olan bölgenin başka önemli bir kalıntıları içinde yer alan St.Nicholaus kilisesine doğru yol alıyoruz. St.Nicholaus kilisesi önünde Noel baba ve çocukların figürlerinden oluşan bir heykel var. Buraya gelen herkes önce burada fotoğraf çektiriyor ve ardından kilise ziyareti gerçekleştiriyor. O kadar kalabalık ki bizde biraz bekliyor ve bu anı fotoğraf makinelerimiz ve kameralarımız ile ölümsüzleştiriyoruz.

St.Nicholaus Kilisesi içinde farklı bir hava hissettim.
Girişte yine kalabalık var. Müze kartı alan çok sayıda kişiye rastlıyorum. Bu arada Müze Kart uygulamasını başlatan Sayın Kültür ve Turizm Bakanımız Ertuğrul Günay'a buradan teşekkür ederek kendisini kutlamak istiyorum. Artık “Türkiye'nin kültürel değerlerini göremiyoruz, çok pahalı!” diyenlere de buradan seslenmek istiyorum. Alın bir müze kartı gezin tüm Türkiye'nin kültürel değerlerini. Daha ne bekliyorsunuz ki?
Kilise bugün 7 m. toprak seviyesinin altında bulunuyor. Zamanında St.Nicholaus'un kemikleri kilise içindeki mermer bir mezarda bulunuyormuş.Fakat bazı kemikler İtalyanlar tarafından çalınmış ve Bari ye kaçırılmış.Bir Rus Prensi 1862 yılında Kiliseyi restore ettirmiş.

Bu bakımdan St.Nicholaus Rusya'da çok kutsal sayılıyor. Bölgeye özellikle Rus akını var ve her Rus buraya gelerek ziyarette bulunuyor ve dualar ediyor. O dönem Ruslar bir kilise çanı ilave ederek kubbeyi bir ilaç tonozu ile değiştirmişler. St.Nicholaus 'un bazı kemikleri bugün Antalya Müzesinde teşhir edilirken,aziz St.Nicholaus çocukları, gemicilerin ve ağır işlerde çalışan işçilerin koruyucu azizi olarak bilinirmiş. St.Nicholaus bilindiği üzere de bütün Dünya çocuklarının Noel Babası.
Hergün yüzlerce kişi St.Nicholaus Kilisesini ziyaret ediyor.

Sabah erken saatlerde başlayan gezimiz yine aynı güzergâhtan geri dönerek Antalya'da son buluyor. Türkiye'nin dört bir yanında görülecek, anlatılacak,yaşanacak ve yazılacak o kadar çok yer var ki..Ben de gezdikçe, gördükçe,yaşadıkça sizlere bunları yazacak ve anlatacağım. Biz anlatacağız ve yazacağız ama siz en iyisi kendi gözlerinizle görün ve sık sık bu gezilmesi ve görülmesi gereken yerleri gezin. Gezdikçe ve gördükçe bakın hayatınızda neler değişecek