Murat Yalçıntaş, Somoli izlenimlerini yaşadıklarını ve hafızadan silinmeyecek anıları ilk yazarlık denemesini gerçekleştirip //myalcintas.blogspot.com/2011/08/somali-heyet-gezisi.html?spref=tw ve //twitter.com/#!/myalcintas'da paylaştı. 165 kişilik tamamen dolu Boeing 737 ile 23:30 da Ankara'dan havalandık. Karışık duygular içindeydim. Hayatım boyunca birçok felaket bölgesinde bulundum. Ama şimdi görüyorum ki yaşayacaklarıma hiç de hazır değilmişim. Gazetede okunanlar, TV de izlenenler hiçbirşey değilmiş. Somali de yaşanan felaketin boyutları ancak orada anlaşılıyor.
İşin acısı Somali daha geçen yüzyılda Afrika'nın gıda depolarından biriydi. Bugün ise iç savaş yüzünden açlığın ve sefaletin pençesinde kıvranıyor.
Hükümet sadece başkent Mogadişu yu kontrol edebiliyor. Başkentin yaklaşık 20 km dışından itibaren ise kendilerini "Şebab" (arapça gençler) diye adlandıran isyancıların kontrolu altındaki bölgeler başlıyor. Daha bir hafta evveline kadar Mogadışu da çatışmalar devam ediyormuş. Hala da güvenlik tam sağlanabilmiş değil. Birçok Türk yardım kuruluşu barınma, gıda ve sağlık alanında çatışma bölgelerinden kaçıp başkente sığınan mültecilere göğsümüzü kabartacak hizmetler sunuyor. Asiler kendi bölgelerine hiçbir yabancıyı sokmadıklarından faaliyetlerimiz başkent ile sınırlı. Kırsal alanda durum çok daha feci imiş. Gördüğüm kamplardan daha zor şartların nasıl olabileceğini düşünmek dahi istemiyorum.
Uçağımız Aden'e yakıt ikmali için indi. Yaklaşık bir saat sonra, güneş doğarken, Mogadişu için havalandık. Mogadişu havaalanı deniz kenarında ve pist denize paralel.
Pilotumuz piste dik açıyla yanaştı ve tam pistin hizasına geldiğinde sert bir "L" yaptı. Sinemalardaki hava savaşı sahneleri gibi uçağımız yan yatarak alçaldı. Sol pencerede oturan ben kanadın güneşe doğru uzandığını gördüm. Sağ pencere tarafındakiler de kanadın denize gireceğini düşünmüşler. Nerdeyse sağ tekerlekler üzerine indik ve pistte yalpalamaya başladık. Sanırım bu esnada sağ kanat çalıların içine girdi. İndiğimizde kanata takılmış dalları, açılan deliği ve içine dolmuş çalıları görünce atlattığımız tehlikenin büyüklüğünü daha iyi anladım.
Havaalanı çevresi asilerin kontrolunde ve oradakilerin idda ettiğine göre, üzerlerinden alçaktan geçen 3-4 kargo uçağına ateş açmışlar. Bu yüzden pilotlar kıyıya paralel süzülmüyorlar, piste denizden dik yaklaşıp son anda doksan derecelik bir dönüşle konuyorlar.
Terminal tek katlı irice bir baraka. Ziyaretimiz şerefine türkiye'den gelen camlar ve boya ile eli yüzü biraz düzeltilmiş. Daha sonra şehirde gördük, bırakın camı çerçeveyi, yıkıntı halinde olmayan tek bir bina yok. Tüm şehir yirmi yıl süren iç savaşta yerle bir olmuş. İnsanlar ya yıkıntılar arasında ya da çadırımsı barakalarda yaşıyorlar; ağaç dalları ve çalı çırpı bir kubbe oluşturacak şekilde yere saplanmış. Üzerleri çuval, naylon, paçavra vs ile örtülmüş. Ortalama 4-5 m2 lik barınaklar. Uçaktan inen heyecanlı kalabalık merakla Sn Başbakan'ın uçağını bekliyor, bakalım o nasıl inecek? ANA az sonra aynı sert manevrayı ustalıkla yaparak piste konuyor, hepimiz rahatlıyoruz.
Havaalanından çıktıktan sonra ilk durağımız Kızılay kampı oldu. Diğer kamplarla kıyaslandığında son derece temiz, düzenli, kalabalık değil ve tüm temel ihtiyaçları karşılanmış. Kampı hep beraber geziyoruz. Diğer kamptakiler gibi buradaki mülteciler de yaşadıkları yerdeki açlık ve silahlı çatışmadan günler boyu yürüyerek kaçmışlar. Yolda yakınlarını kaybetmişler. Bütün bu yaşanılan felaketlere rağmen şaşırtıcı bir dinginlikleri var ve dudaklarından gülümseme eksik olmuyor.
İkinci ziyaret ettiğimiz yer daha büyük bir kamp. Türk STK lar kampa sağlık ve beslenme desteği veriyorlar. Sn Başbakan ve yanındaki heyet hastaneyi ziyaret ederken ben herkesten ayrılıp iki gazeteci ile beraber kampın içlerine doğru ilerledim. Gördüğüm fakirliği ve çaresizliği kelimelere dökebileceğimi zannetmiyorum. Bir görevli yanımızdan hiç ayrılmadı. Varlığını o an için lüzümsuz addetmiştim ama daha sonra yaşadığım talihsiz bir olay kamptaki ilişkilerin ne kadar pamuk ipliğine bağlı olduğunu bana çok iyi anlattı.
Bu kamptaki anım ise hüzünlü. Yavaş yavaş yürürken kadınlı, erkekli, çocuklu bir gurup etrafımı sardı; Swahili konuştuklarından bana söylediklerini önce anlamadım. Sonra ihtiyar bir mülteci kırık dökük bir arapça ile bana hitap etti
- Bu kız (geri dönen gazeteci arkadaşı göstererek) arap kızı mı?
Ondan daha bozuk arapçamla ben cevap verdim;
- Hayır Türk, biz Türküz, Türkiye'den geliyoruz.
-Siz resim çekiyorsunuz ama çektiğiniz resimlerin bize bir faydası yok.
- Beş gündür buradayız biz.
- Karnınız aç mı?
- Evet, yanınızda yemek getirdiniz mi?
- Yanımızda yok. Ama bir uçak ve gemi geliyor, içleri yiyecek dolu.
- Ne zaman gelirler?
- Uçak yarın gelir.
Gemi birkaç gün sonra. Gemi büyük, içi yiyecek dolu.
Bu sözüm üzerine yaşlı adam döndü ve kendi dilinde kalabalığa birşeyler anlattı. Bir anda etrafımızı saran kadınlar ve çoçuklar ellerini çırparak şarkı söylemeye başladılar. Gözlerindeki sevinci anlatmama imkan yok. Bu hiç beklemediğim tepki karşısında şaşkınlıktan öylece kalakaldım. Daha sonra ben de onlara gülümsedim ve yaşlı muhatabım başta olmak üzere ellerini sıktım. Kafamı çevirdiğimde ise uzaktan bizim heyetin hareket etmek üzere araçlara bindiklerini gördüm. Kampın ortasında kalmıştım!
Kalabalığın büyük kısmı çıkış yolu üzerine toplanmış, neredeyse etten bir duvar oluşturmuşlar bizimkileri uğurluyorlar. Bizlerin sabit aracı olmadığından yokluğumu farketmezlerdi. Daha sonra onları yakalamam için de araç bulmama imkan yoktu. Bulsam bile güvenlik olmadan aracın Mogadisu da yol alması mümkün değil. Cep telefonları çalışmadığından kimseye nerede olduğumu bildirme şansım da yoktu. Bu düşüncelerle çıkışa doğru yürüdüm ve kalabalığın içine girdim. Neyse ki büyük bir nezaketle yol verdiler ve minibuse son anda binebildim.
Dünyanın en büyük mülteci kampı Doğu Afrika'da; Kenya-Somali sınırındaki Da'dab kampı. Yaklaşık 400.000 mülteci yaşıyor. Kamp yanılmıyorsam onbeş senedir Birleşmiş Milletler kontrolünde faaliyetini sürdürüyor. BM çok yardım toplamasına rağmen bizim kadar verimli hizmet üretemiyor. İstatistikler BM'in topladığı paranın çok büyük kısmını kendi ihtiyaçları için (güvenlik, maaşlar, yapılanma vs) harcadığını gösteriyor. Bizim kuruluşlarımız ise hem gönüllülük esasına göre çalıştığından hem de esnek olduğundan, topladıkları paranın neredeyse hepsini yardıma çevirip ihtiyaç sahiplerine aktarabiliyorlar. Diğer bir mesele ise seneler boyu süren yardım çalışmalarına rağmen hala açlıktan ölen insanların olması. Bu da sorunu yardımla çözmenin imkansız olduğunu, bölgede kalıcı barış sağlanmadan yaşam şartlarının değişmeyeceğini gösteren çarpıcı bir örnek.
Birsonraki durak Cumhurbaşkanlığı kompleksi. Diğer binalardan farkı camlarının ve klimasının olması. Kompleksin içindeki camide cuma namazı kılındı. Diyanet işleri reisimiz güzel bir vaaz verdi;
- Eğer dünyanın bir yerinde bir insan açlıktan ölürse, bu noktaya ulaşabilecek tüm insanlar bu ölümden sorumludur. Bu imam-ı azam Ebu Hanife'nin fetvasıdır! Daha sonra ortak basın açıklamasının yapılacağı salona geçtik. Sn. Başbakan ve Somali cumhurbaşkanının görüşmelerinin bitmesini beklerken, Sn. Hisarcıklıoğlu ile birlikte Somali dışişleri bakanı ile sohbet etme imkanımız oldu;
- Sizler bu ziyaretin bizler için ne manaya geldiğini, ne kadar önemli olduğunu bilemezsiniz. Geçen hafta İngiliz bakan geldi. Dev zırhlı kamyonla gezdi ve halkın içine karışmadı. Tüm dünyaya Somali çok tehlikelidir, gitmeyin imajı verdi. Siz ise kalabalık bir heyetle geldiniz, ailelerinizi getirdiniz, bizim içimize girdiniz. Herkese yanımızda olduğunuzu gösterdiniz. Bize destek verdiniz. Siz tüm dünyaya olumlu örnek oldunuz. Basın toplantısında ise Sn Basbakan'ın sözleri sık sık alkışlarla kesildi. Daha sonraki durağımız Kızılay'ın başka bir kampın kenarına kurduğu sahra hastanesi. Temizliği, düzeni ve yapılan çalışmayı görünce bir defa daha milletimle ve Kızılay'la gurur duydum. Göğsüm kıvançla doldu.
Son olarak savaşta tahrip olmuş, onarılmak ve işletilmek üzere bizlere devredilmesi düşünülen dörtyüz yatak kapasiteli hastaneyi ziyaret ediyoruz. Heyetin büyük kısmı hastaneyi ziyaret ederken biz birkaç kişi hastanenin yanındaki kamptaki mültecilerin içine karıştık. Özellikle çocukların hali çok içler acısı. Biz iki arkadaş bu son ziyarette kendimiz birkaç çocuğu sevindirelim diye yardım etmek istiyoruz. Bir anda etrafımız sarılıyor, çocuklardan uzağa savruluyoruz. Birkaç saniye içinde elime koluma yapışmış kalabalığın içerisinde kayboldum. O karışıklıktan dışarı nasıl çıktığımı şimdi bile hatırlamıyorum. Daha sonra minibüste, tecrübeli dostlar yaşadıklarımın ne kadar tehlikeli olduğunu ve doğurabileceği sonuçları anlattıkları zaman kendi kendime kızmadım desem yalan olur.
Güneşin son ışıkları ile havaalanına giriyoruz. Pistin aydınlatma sistemi olmadığından gün batmadan havalanmak lazım. Kanadı hasarlanan uçağın yerine bizi geri götürecek ayyıldızlı Airbus'u görmek tüm kafilede çok derin bir sevinç uyandırıyor. Yurtdışında nereye gidersem gideyim, dönüşte THY uçağına adım atmak benim için vatana kavuşmakla eş anlamlı. Bu sefer de aynı şeyi hissettim ama bir parçam Somali'de kaldı. Ben giderken sadece yardım götürüyoruz zannetmiştim. Meğerse oraya kendimize tutulan bir aynaya bakmaya gitmişiz. İnsanlığımıza tutulan bir aynaya, ruhumuza, yaşamımıza tutulan bir aynaya baktık biz orada.
Yirmi senedir süren bir kardeş kavgasının cennet olabilecek bir ülkeyi ne hale getirdiğini gördük. Kanaat önderlerinin ve politikacıların hırslarının nelere sebep olabileceğini yaşadık. Süslü, büyük, yıldızlı cümlelerin, tartışılmasına izin verilmeyen kavramlarla bezenerek bir milleti nasıl felakete sürüklediğine tanık olduk. Ne kadar şanslı doğduğumuzu, gündelik hayatımızda şikayet ettiğimiz birçok şeyin aslında ne kadar önemsiz olduğunu ve sorumluluğumuzun aslında ne kadar büyük olduğunu anladık.
Allah cc bizleri bu gibi yanlışlara düşmekten korusun.El sıkma, milli marşları okuma ve sonrasında araçlara intikal. Sn. Başbakan ve bakanlar jiplere, heyetin geri kalanı da minibüslere biniyor. Bize eskortluk eden arkasına eli silahlı askerlerin bindiği kamyonetler. Havaalanını şehre bağlayan yol koca çukurlarla dolu toprak bir yol. Heryerde barikat, her yerde kum torbası, her yerde asker. Askerler Somali askeri değil, Afrika Birliği'ne bağlı Tanzanya askerleriymiş.
Lütfen İTO Başkanı Murat Yalçıntaş'ın yazısı ile ilgili yorumunuzu YORUM EKLE bölümüne yazınız