MURAT YALÇINTAŞ BAL AĞASI OLDU

Çamoluk'ta İTO heyetine'12 Dev Adam' olarak niteleyen ve bize 'Hoş geldiniz' diyen kocaman bir pankart açıldı

BORA ÖZGEN-TURİZMİN SESİ


İSTANBUL-Çamoluk'ta bize valilik 63 dönüm bir arazi tesis etmiş. Buraya 16 derslikli bir yüksekokul, atölye ve öğretim üyeleri için 10 daireli bir lojman yaptıracağız. Arsayı çok beğendim, hemen ilçenin girişinde ve karayolunun kenarında. Bu tip yatırımların Çamoluk gibi ilçeler için çok önemli olduğunu düşünüyorum. Daha evvel de Anadolu'nun birçok yerinde, o beldeye gelen öğrencilerin nasıl bölge ekonomisini canlandırdıklarını, sosyal hayatı ve yaşam standartlarını nasıl iyileştirdiklerini yakından gördüm. Bugün birçok şehrimizin en önemli geçim kaynağı oradaki öğrenciler. Çamoluk gibi ilçelerdeki nüfus azalmasının önüne geçebilmek, köyden kente göçü durdurabilmek için, küçük yerleşim birimlerinde mutlaka cazibe merkezleri oluşturmamız lazım. Bunun en verimli yolu da doğru alanda eğitim kurumu açmak.

İTO HEYETİNE HOŞGELDİN PANKARTI
Arsa ziyaretinden sonra konvoyumuz ilçeye girdi. Festival, ilçe parkında yapılacak. Araçlardan inip festival alanına yürürken hoş bir sürprizle karşılaştım. Çamoluk Belediyesi tüm ilçeyi bize teşekkür eden pankartlarla donatmış. Parkın girişine de başta Çamoluk Belediye Başkanı Sn. Özcan Çinici olmak üzere, ahali sıralanmış, bizi bekliyor. Sırayla hepsinin elini sıkarken astıkları başka bir pankart dikkatimi çekiyor. İTO heyetini '12 Dev Adam' olarak niteleyen ve bize 'Hoş geldiniz' diyen kocaman bir pankart. '12 Dev Adam' ibaresi görür görmez afişin fikir babası hakkında bana gerekli bilgiyi verdi. Meclisimizde 11 tane Çamoluklu üyemiz var. Onlar bu projenin baş takipçi ve savunucusu. Çamoluk MYO kararı İTO yönetiminden çıktığı zaman teşekküre bir heyet gelmişti.

Heyetin içinde yerel bir gazeteci vardı. Basketbol milli takımımıza atıfta bulunarak; “Başkanım bizim arkadaşlarımız bu projeyi gerçekleştirdiler, onlar 11 dev adam, 12'ncisi de sizsiniz" demişti…Festival alanında birçok stant açılmış, ağırlığı bal olmak üzere yöresel ürünler satılıyor. Etraf kalabalık. Evvelki gün ilçede elim bir trafik kazası olmuş ve ilçenin ileri gelenlerden biri hayatını kaybetmiş. Hem bu olay hem de bayram tatili katılımı bir miktar olumsuz yönde etkilemiş. Tören alanında bizlere ayrılmış koltuklara oturuyoruz. Sunucunun heyecanlı ve gür bir sesle bizi sunmasından sonra festival programı başlıyor.

Kaymakam ve Belediye Başkanı güzel birer konuşma yapıyor. Kaymakam Sn. Murat Zadeleroğlu genç bir Oflu. Çamoluk'taki son görev günleri, tayini Ağrı'ya çıkmış. Buraya geldiğimizden beri hem Zadeleroğlu hem de belediye başkanı bizi hiç yalnız bırakmadı. Bölgede sevilen ve başarılı biri olduğunu yaptığı duygusal konuşmadan sonra aldığı büyük alkıştan anlıyorum. Arıcılar derneği başkanı da konuşuyor. O da çok genç bir arkadaş. Üreticileri, arılara bal yapma mevsiminde şeker ve glikoz yedirmemeleri konusunda uyarıyor ve başlattıkları markalama sistemini anlatıyor. Dernek üyesi arıcılar ürünlerinin üzerine, arılarının doğal beslendiğine dair bir marka koyuyorlar. Bu yenilik çok hoşuma gitti ve başkanı da konuşmamda tebrik ettim. Tevfik Bey de güzel bir konuşma yaptı; herhalde Esenler meydanında konuşsa ancak bu kadar alkış alırdı 

Protokol konuşmaları bittikten sonra birden kalabalık dalgalandı, davullar zurnalar başladı. Etrafında maiyeti ile beraber 'bal ağası' meydana girdi. İşlemeli ceketi, rengarenk başlığıyla, alkışlar arasında tüm meydanı turlayarak heyecanlı kalabalığı selamladı ve kendisi için ayrılan yere oturdu. Bal ağasının gelişi öylesine ihtişamlı oldu ki Tevfik Başkan dayanamayıp kulağıma eğildi ve şöyle söyledi:

İTO'YA BAŞKAN OLACAĞINA BALAĞASI OL
Koca İTO'ya başkan olacağına, burada bal ağası ol daha iyi... Bu sözün böyle eşref saatte söylendiğini bilseydim, başka bir şey daha söylemesini isterdim:)Her sene bal ağalığı açık artırmaya çıkarılıyor ve en fazla pey süren o sene için 'bal ağası' unvanının sahibi oluyor. Bu toplanan para ile de dernek, Çamoluk'ta arıcılığın gelişmesi için faaliyette bulunuyor. Meydana giren bal ağası geçen seneki festivalde bu unvanı almış olan Karadikmen (eski adı Manuzara) köyünden Murat Şapaloğlu. Murat Bey işadamı ve işyeri İstanbul'da.

Bir üyemizin bal ağası olması beni çok mutlu ediyor. Bal ağasının yerini almasıyla törenin ikinci kısmına geçildi. Önce ilçeden sınavlarda başarılı olmuş öğrencilerin ve kazandıkları okulların isimleri okundu. Çocuklar sırayla podyuma çıktılar ve hediyelerini aldılar. Daha sonra da 'En iyi bal' yarışmasının sonuçları açıklandı. Geçen senenin birincisi bu sene de birinciliği kazanmış. Daha sonra kendisi ile tanıştım. Neşeli, yetiştiriciliği hobi için yaptığını söyleyen Bahtiyar Kor... Kartını verdi ve büyük bir nezaketle ekledi: - Başkanım ne zaman bal emrederseniz bir telefonunuz yeter, ben size hemen gönderirim.İlk üçe giren ballar, derneğe gelir getirmesi için açık artırma ile satıldı. Çamoluklular yine büyük misafirperverlik gösterdi, birinciliği ve ikinciliği alan balları bize hediye ettiler.

Derken en heyecanlı kısma geçildi; bal ağası seçimi. Sunucu pey sürenlerin podyuma çıkmalarını istedi ve heyecanlı bir süreç başladı. İtiraf etmem gerekir ki sunuculuğu yapan kişi işini gayet iyi biliyordu; adayları gayrete getirip açık artırmayı öyle bir kızıştırdı ki; bizim Murat Ağa bu sene de aday olup podyuma çıktı. Açıkçası sahneye baktığımda, süslü elbisesi ve başlığıyla, günlük kıyafetli diğer adayların yanında pek bir parlak duruyordu. Ağanın peyde geçilmesinin şık olmayacağını düşündüm. Beklenen oldu, Murat Ağa yarışı bırakmadı ve kıran kırana geçen bir çekişmenin ardından unvanını korudu. Daha sonra, bana söylendiğine göre, Çamoluk festivalinde bir ilk yaşandı; Ağa mikrofonu eline aldı ve protokoldeki misafirleri, beni, Esenler Belediye Başkanı'nı, Üsküdar Belediye Başkan Yardımcısı'nı, Çamoluk Merkez Dernek Başkanı'nı ve Giresun Dernekler Federasyonu Başkanı'nı sahneye davet etti. Bizleri öven güzel bir konuşma yaptı ve eğer kabul edersem bu senenin ağalığını, Çamoluk'a yaptığım hizmetlerden dolayı bana hediye etmek istediğini söyledi. Büyük bir alkış tufanı koptu. Çok duygulandığımı belirtmem gerekir. Ben de bu kadirşinaslıklarından dolayı ağaya ve izleyicilere teşekkür ettim. Ağa ile kol kola, üstümde ağalık ceketi, başımda renkli başlık ile meydanı alkışlar arasında turladık. Sıra festivallerin vazgeçilmezi olan sanatçılara geldiğinde, bizim de festival alanından ayrılma vaktimiz gelmişti. Murat Ağa dönüşte bizi mutlaka köyünde çaya beklediğini söyledi, ben de

“Ağa'nın sözü hiç yere düşürülür mü?” diyerek kabul ettim.
Haklı olarak İstanbul'dan gelen diğer arkadaşlar da kendi köylerinde bizi misafir etmek istiyorlar. Fakat buna zaman yok. Orta yolu bulan bir program yapıyoruz ve okulun açılışına geldiğimizde bu sefer uğranmayan diğer köylerde kalmaya karar veriyoruz.Şimdilik ilk durak, gene meclis üyelerimizden Hüseyin Bey'in ailesinin tamir ettirdiği ve yaylanın zirvesinde yer alan bir türbe. Dar, toprak patikalardan, konvoydaki ciplerin bile tırmanırken zorlandığı yokuşlardan, iki seferde alınabilen dönemeçlerden geçerek yaylalara çıkıyoruz. Zaman zaman takip ettiğimiz patika ikiye ayrılıyor. O zaman tüm konvoy duruyor ve en arkadaki aracı bekliyoruz. Çünkü bir aracın konvoydan ayrılması demek, bu yolun, izin, işaretin olmadığı yaylada kilometrelerce dolanması demek.

En sonunda kazasız belasız Ali Dede türbesine vardık. Türbe ağaçlıklı bir tepenin en tepesinde. Güzel bir çeşmesi var ve piknik alanı olarak da kullanılıyor. Ali Dede'ye bir Fatiha okuyor, çeşmeden su içiyor ve fotoğraf çektiriyoruz. Meclis üyelerimizden Atakan, kulağından telefonu ayıramıyor. Öğle yemeğinde Atakan'ın amcası bizi Çakılkaya (Zodama) köyünde misafir edecek. Vakit çoktan ikindiyi geçmiş, bizler ise hala yaylanın tepesindeyiz. Mümtaz Amca da telefon edip, son derece haklı olarak, acele etmemizi ve herkesin bizi beklediğini söylüyor.

Yaylanın diğer tarafından Çakılkaya'ya doğru yola çıkıyoruz. Yaylanın tepesinden bütün yerleşim birimleri birbirine benziyor. Atakan bile Çakılkaya'nın hangisi olduğunu karıştırdığında fırsatı kaçırmayıp kendisine takılıyorum: Atakan, sen bize bu yemeği yedirmemek için bizi başka köye götürüyorsun...  Yok, inan öyle değil başkanım; üç senedir ben de gelmemiştim. Sayenizde ben de gelmiş oldum. Mümtaz Bey bizi büyük bir misafirperverlikle ağırlıyor. Çaylar içilirken bal ağası Murat Bey bizi kendi köyüne, Karadikmen'e götürmek için yanımıza geliyor.

Karadikmen, bölgenin en otantik, geleneklerine en bağlı köyü. Mimarisi de fazla değişmemiş ve hatta önümüzdeki yıl burada bir sinema filmi çekilecekmiş. Ben bunu köyün tek girişi olan uzun bir vadinin en sonunda olmasına bağladım. Yol üzerinde olmayan yerleşim birimleri her zaman biraz izole kalıyor ve gelişmeleri de nispeten daha yavaş oluyor. İstanbul'un tarih boyunca gelişmiş bir şehir olmasının en önde gelen sebeplerinden biri de ticaret yollarının üzerinde olması değil mi…Yarım saatlik keyifli bir yolculuktan sonra Karadikmen'e varıyoruz. Köyün dar sokaklarında ilerlemeye çalışan konvoyumuz bir ara durmak zorunda kalıyor çünkü meradan dönen inek ve eşek sürüsünün tam ortasındayız... Murat Bey'in annesi tam bir Anadolu konukseverliliği ile karşılıyor bizi. Ağalığa yakışır lezzette bal, karpuz, peynir ve daha sayamayacağım birçok çeşitten oluşan bir sofra kurmuş ama yine de içi rahat değil… Bizi uğurlamaya bahçeye indiğinde kendisine teşekkür ettim. O ise hala üzgündü:

- Ah bilemezsin, çok üzüldüm evladım.
- Neden üzüldün anacığım?
- Habersiz, çok ani geldiniz evladım, sizler için öncesinde hiçbir hazırlık yapamadım...
- Anacağım her şey mükemmeldi, ellerine sağlık, çok teşekkür ederiz…

Akşam yemeği yine Yenice köyünde Müslim Duras'ın evinde. Duras Ailesi misafirperver olduğu kadar yardımsever de… Köyde cami, sağlık ocağı, kültür merkezi yaptırmış ve yapımlarında da bizzat kendileri çalışmışlar. Birol Bey geldiğimizden beri bize Çamoluk fasulyesinin nasıl şirin, nasıl lezzetli olduğunu anlatıp duruyordu. Onun şerefine o gece Çamoluk fasulyesi hazırlanmış. Tadınca, Birol'un haklı olduğuna hükmettim.Ertesi sabah uçağımız Erzincan'dan kalkacağından dolayı erken yola çıktık. Tabii ki ev sahiplerimiz bizi yine dillere destan bir kahvaltı ile uğurladılar. Kahvaltı mekanı Usluca (Muta) köyü. Ev sahibimiz aynı zamanda Esenlerli bir işadamı olan Hüseyin Aydın. Köyün bir mahallesi toprak kayması neticesinde zarar gördüğünden buraya afet evleri inşa edilmiş. Bu yüzden Usluca diğer yerleşim birimlerine nazaran daha düzenli ve yolu daha geniş.

İki günlük bu seyahatten çok güzel anılar ve yüzümüzde büyük bir tebessüm kaldı. Sizlere tavsiyem, eğer Çamoluklu dostlarınız varsa mutlaka sizi köylerine, evlerine davet etmelerini sağlayın. Çamoluk belki küçük bir yer ama halkının yüreği çok büyük. Giderken de en az iki gün hiçbir şey yemeyin :) Neden mi? Çünkü sizi öyle güzel ve içten ağırlayacaklar, size o kadar çok şey ikram edecekler ve her ikram ettikleri o kadar lezzetli olacak ki, önceden hazırlık yapmakta fayda var…
Çamoluk'un Lezzeti Batan güneş ile beraber konvoyumuz Çamoluk'a bağlı şirin bir belde olan Yenice'ye vardı. Beldenin hemen girişinde, belediye binasının önünde köy sakinleri bizi bekliyordu. Sırayla herkesle tokalaştıktan sonra, Yenice Belediye Başkanı Halil İbrahim Gerçek'in makamına çıktık. Başkan, güzel bir “Hoş geldiniz” konuşması yaptı. Biz de misafirperverliklerinden dolayı başkanın nezdinde tüm Yenicelilere teşekkür ettik.

Sohbet, İTO'nun bölgede yaptıracağı okuldan başladı, Esenler'e uzadı, oradan da köyün ihtiyaçlarına geldi dayandı... Konuşma bittiğinde Tevfik Başkan, Yenice'ye, bir çöp arabası, bir kamyon ağaç fidanı ve köy yolunun karayoluna bağlanan kısmının asfaltlanabilmesi için bakanlık nezdinde lobi faaliyeti yapma sözü vermişti bile...Yenice, yazının başında da söylediğim gibi şirin bir köy. Evler bakımlı ve çevreye uyumlu inşa edilmiş. Genelde bir-iki katlı. Köyün ileri gelenlerinden, aynı zamanda da Esenler'de başarılı işadamları olan Duras Ailesi'nin ve onlar gibi birkaç kişinin daha evleri ise üç katlı. O evlerin mimarisi de hakikaten güzel, köyün genel silüetini bozmuyor.

Yenice'deki en büyük sıkıntı, diğer tüm köylerde olduğu gibi nüfus azlığı. Sakinlerin büyük kısmı İstanbul'a göç etmiş, Yenice'ye ancak yazın gelebiliyorlar. Köyün kış nüfusu 500, yaz nüfusu ise 5 bin civarında. Göç eden birinci kuşak, düzenli olarak doğduğu toprakları ziyaret ediyor. İkinci kuşak, yani benim arkadaşlarımda bu ziyaretler üç-dört senede bire düşüyor. Onların çocuklarındaysa bu frekans ne olur bilemiyorum. Örneğin bizimle birlikte gelen İTO Meclis üyelerinden Eyüp Bey, İstanbul'da doğduğu için babasının köyünü hiç görmemiş. Ertesi gün müsaade isteyip yanımızdan ayrıldı ve ve bu fırsatı değerlendirip 20 km uzaklıktaki babasının köyü Zaapa'yı ve oradaki akrabalarını ilk kez ziyaret etti.

Akşam yemeği için Müslim Duras Bey evinin bahçesine bizler için mükellef bir sofra kurdurmuş. Uzun bir masanın etrafına oturup yöresel yemeklerden yedik. İkram edilenlerin hepsi özenle, sevgiyle hazırlanmıştı ve çok da lezzetlilerdi. Bu lezzetlerden bazılarını tanıdım; örneğin keşkek ve üzerinde kavurma gibi. Bazılarıysa bildiğim yemeklerin yöreye has tarifleriydi. Örneğin, mantı ufak bir tasta geldi. Üzerine yağ dökülmüş sarımsaklı yoğurt içinde çok ufak kesilmiş hamur parçaları ile hazırlanmış. Sini ise ilk kez yediğim ve çok beğendiğim, bu yöreye has bir yemek. Hamur, el ile açılıyor ve ince saç üzerinde pişiriliyor. Daha sonra hamur rulo haline getiriliyor ve kesiliyor, bozulmadan tek tek tepsiye diziliyor. Üzerine yağ ve sarımsaklı yoğurt gezdirildikten sonra servis ediliyor. Tatlı olarak yine başka bir hamurişi olan istim vardı. Dışı katmer, içiyse ince ince dilimlenmiş şekerli hamur…

Yenice'de otel olmadığından, heyetimiz evlere taksim oldu. Benim payıma da Duras Ailesi'nin evi düştü. Deliksiz bir şekilde uyuduğumu söylememe gerek yok sanırım. Temiz hava ve yüksek rakımın (köy yaklaşık 1300 m. yükseklikte) vücut üzerinde böyle olumlu bir etkisi var. Sabah 08.30 gibi günümüz başladı. Kahvaltı için köyün hemen yukarısındaki Pınarbaşı mevkiine çıktık. Burası, köyün içinden geçen derenin doğduğu kaynak. Ufak bir kulübe ve kameriyelerin inşasıyla sevimli bir mesire yeri elde edilmiş. Tahmin edebileceğiniz gibi, kahvaltımız ev sahiplerimizin eşinin ve kızlarının emeğiyle hazırlanmış. Masa, benim gibi hamurişini seven birini nefessiz bırakacak kadar bol çeşit barındırıyordu. Sıcak kete ve katmer, fırından yeni çıkmış köy ekmeği, kabarcık (kızarmış yuvarlak hamur), pişi (kabarcığın daha kabarık ve yağlı olanı) ve kömbe (bir tür cevizli börek). Bunların yanındaki çeşit çeşit reçelleri, pekmezleri, peynirleri saymıyorum bile. Birol, kabarcığı görünce neşeyle mırıldanıyor:- Yersen kabarcık, yemezsen kapılar açık…

Eskiden, yokluk yıllarında anneler çocuklarına ucuz olduğundan hep kabarcık yapar, çocuklar da hep aynı şeyi yemekten şikayet ederlermiş. Anneler de evlatlarına, 'İstersen ye istemezsen yeme' manasında bu sözle karşılık verirmiş. Burada, festivale adını da vermiş olan Çamoluk balından söz etmemek olmaz.

Çamoluk çiçek balı. Açık renkli ve çok hafif. Halk deyişiyle, yerken sizi kesmiyor. Balın hasat mevsimi eylül ortası… Dolayısıyla bize ikram edilenler de ilk hasatlardan. Kovanlara tahta çerçeve ve ortasına balmumundan bir plaka (temel petek) konuyor ve arılar bu balmumundan temel peteği dolduruyor. Ortasına plaka dahi konmayan, tüm peteği arının yaptığı bal ise karakovan balı. Kovan örme sepetlerden veya oyulmuş ağaç kütüğünden yapılıyor ve içi hiç güneş ışığı görmediğinden 'karakovan' olarak adlandırılıyor.

Çamoluk çiçek balına, kokusunu ve tadını veren, çevredeki bitki örtüsü. Temel peteğin doğal olması lazım. Tabii ki her işin olduğu gibi arıcılığın da kolayına kaçan üreticiler var. Bazı yetiştiriciler bal mevsiminde arıya şeker veya glikoz veriyor. Böylece hayvan çiçek çiçek gezmeden doğrudan gıdasını şekerden veya glikozlu şuruptan alıyor. Bu şekilde belki üretim artıyor ama kaliteli baldan söz etmenin imkanı da kalmıyor. Bir de özellikle büyük şehirlerde üretilen yapay bal var. O da, glikozun içine gıda boyası ve bal aroması eklenerek yapılıyor.

Erzincan'dan gelirken yol boyunca gördüğüm, ağaçlandırma çalışması, bitki örtüsü ve bu anlatılanlar aklıma Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu'nun sözlerini getirdi. Sn. Eroğlu her yıl bakanlık olarak 500 milyon fidan diktiklerini anlatmıştı. Sn. Bakan'ın diğer bir anlattığı da arıcılar hakkındaydı. Meralarda, yerleşim yerlerinin yakınlarında, tarlalarda istenmeyen arıcılar Veysel Bey'e gidip dertlerine çözüm istemişler. O da arıcılara özel ormanlar kurmuş ve bu işe de bir teşvik sistemi getirmiş. Mesela kestane balı üretmek isteyen bir girişimci kendine tahsisli ve kestane ağaçları ile dolu bir alana sahip olabiliyor. Kahvaltıdan sonra Çamoluk şehitliğine gidip şehitlerin ruhlarına birer Fatiha okuyoruz. Çamoluk gibi ufak bir ilçeye bile bir 'şehitlik' yapılmış olması yüreğime acı veriyor. Ateş düştüğü yeri yakar, derler ama bu yangının yakmadığı memleket köşesi kalmadı artık. Ülkemizin bir an evvel bu beladan kurtulmasını diliyorum.