TURİZMİN SESİ
Göğsündeki tümörü Öğrencilerim var ve kızım OKS'ye hazırlanıyor, onları yarı yolda bırakamam düşüncesiyle, oldukça uzun bir süre herkesten saklayan eğitimci Nilgün Çiğdem Fidan'ın önünde sonucunun ne olacağı bilinemeyen ameliyatına, kendisine söylendiği andan itibaren sadece üç gün vardı, Yaşasın üç günüm daha var dedi ve resimlerini tamamlamaya koyuldu
30 Mart 2009 Pazartesi günü , Yeniden doğduğum yer dediği Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi, Tıp Müzesi' nde azmin ve mücadelenin tanığı olan o resimlerini gün yüzüne çıkarıyor. Tamam diyordum ölürsem resimlerimi tamamlamış olarak öleceğim ve arkamdan beni anmak için bir resim sergiSİ açacaklar; ama şayet ölmezsem işte o zaman o sergiyi ben açacağım ve bu hikayeyi çok komik bir şekilde insanlara anlatacağım.
Bu sözler Yeniden doğduğum yer dediği Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Tıp Müzesi' nde Kavram Meslek Yüksekokulu'nun sponsorluğunda 30 Mart 2009 Pazartesi gününden 16 Nisan 2009 tarihine kadar sürecek yaklaşık 70 resimden oluşan bir sergi açmaya hazırlanan eğitimci Nilgün Çiğdem Fidan'a ait.
YARAMI FARK ETTİM FAKAT...
Nilgün öğretmen yaşadıklarını şu sözlerle anlatıyor:
Yarayı fark eden ailem ısrarla 'doktor' diyor, ben 'Kızıma ve çocuklara çok emek verdim onları yarı yolda bırakamam hele bir şu OKS geçsin' diyorum. Israrlar sonucu doktora gittim. Doktor muayene ediyor, ben hala OKS'den söz ediyorum. 'Üç ay kalmış üç ay sonra geleceğim' diyorum. Doktor sonunda 'Ölü bir annenin , ölü bir öğretmenin çocuklara ne yararı olabilir. Siz bütün töleransları tüketmişsiniz ve geriye sayıyorsunuz. Biz neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Yapmayın hoca hanım' diyince ameliyat olmaya karar verdim. Beni hastaneye kaldırdılar. Normalde biopsi yapıldıktan sonra karar verilir ama beni hemen ameliyathaneye alacaklarını biopsiyi orada yapacaklarını ve müdahale edeceklerini söylediler.
Sürekli sorulan bir soru var. 'Doktorlar bunu söyleyince ne düşündünüz?' Ne düşündüğümü söyleyeyim... OKS'yi düşündüm...Kızım çok başarılı, hem ona hem diğer çocuklarıma,öğrencilerime emek vermişim
Ya şimdi onları nasıl ve kime bırakacağım?
''YAŞASIN ÜÇ GÜNÜM DAHA VAR
''
Sonra bana 'Yatacaksın, ne çıkacağını bilmiyoruz. Açacağız duruma göre gereğini yapacağız' dediler. Durdum 'Tamam ameliyat olacağım ama tetkikler için ameliyata kaç günüm var?', ' Üç gün...Yaşasın' dedim kendi kendime. 'Üç günüm var' ben ne yapmak istiyordum? Bunu sordum kendime. Resimlerim vardı yarım kalmış. Onları tamamlarım. Hiç olmazsa açamadığım sergimi geride kalan yakınlarım arkamdan açsınlar. Beni ansınlar. Eve koşar koşmaz resimlerimi, kağıtlarımı boya ve kalemlerimi topladım. Hastane için gerekli şeyleri annemler hazırladı ve biz Cerrahpaşa'ya öyle gittik. Pencerenin kenarına resim sehpamı yerleştirdim. Resimleri yapmaya başladım. Karakalem, suluboya, mürekkep, pastel ... Bir yandan tetkikler yapılıyor. Onlar biter bitmez ben koşturup resimleri tamamlıyorum. Doktorlar geliyor, hasta diye anneme yöneliyorlar. Çünkü orada biri oturmuş resim yapıyor ve onlar hastanın annem olduğunu sanıyor. Odada mütemadiyen klasik müzik çalıyor. Üç günüm böyle geçti ve ben o zaman sayılı saat ve dakikaların ne demek olduğunu, üç günün nasıl dolu dolu geçirilebileceğini öğrendim. Ben üç gün çok mutluydum. Çok az uyudum, çünkü belki de sonsuz bir uykuya dalacaktım, zamanımı uykuda geçirmek istemedim
''BİR DAKİKA DAHA
''
Sedye geldi. Ben resim yapıyorum. Beni aldılar, bu arada kızkardeşim sürekli olarak bana sergi açmaktan söz ederek, dikkatimi farklı konulara çekmeye çalışıyor. Narkoz için iğneyi batıracakları sırada 'Bir dakika' dedim.
Bir dakika daha
Sadece bir dakika daha
Nefes alabilmek ve hayatta olduğumu hissedebilmek için
Sergiyi nasıl açacağımı kafama iyice bir yerleştirdim ve sonrasında uyutuldum.
''HİÇ AĞLAMADIM
''
Hastalığı süresince ve narkozla uyutuluncaya kadar hastalığına ve kendisine hiç ağlamadığını belirten Nilgün Çiğdem Fidan, uyanışını ve sonrasını şu cümlelerle anlatıyor:
Daha sonra gözümü açtım. Bir melodi
Biri türkü söylüyor karşımda. Bir doktor. Gözümü açtığımı, uyandığımı görünce bir an dondu ve sustu. 'Lütfen devam edin, ne kadar güzel geliyor o türkü şu an. Demekki ben yaşıyorum, hayattayım. Yaşasın, sergimi oluşturacağım.' O an bile oram kesilmiş, buram çizilmiş hiç düşünmedim sadece açacağım sergiyi düşündüm ve tekrar uyudum.
Ameliyat sonrasında sürekli uyutulduğu günlerde bir ara baygın bir vaziyette gözlerini aralamış ve kızkardeşine seslenerek son yaptığı resmi ona göstermesini istemiş. Zoraki açılan gözleri ile resmindeki bir eksiği, yine zoraki konuşması ile işaret etmiş ; ''Orada bir yaprak eksik, tamamla'' demiş ve herkes büyük bir şaşkınlıkla donup kalmış.
ÇOK YASAKLAR VAR ÜSTÜMDE
Ameliyattan sonra resim yapmak için çok zamanı olmasına rağmen üstünde çok da yasaklar bulunduğunu belirten Nilgün öğretmen yasakları da delip geçtiğini belirtiyor.
Mikrop kapmam yasaktı. Hayatta en korktuğum buydu ve korktuğum herşey başıma geldi. İğneden korkardım limitsiz iğne yedim (hala yiyorum) . Doktordan korkardım.Ve bir odada, bir anlamda, tek başıma yaşamaya mahkum kaldım. Kendi içimdeki güçle gülüyor, konuşuyor ve beni ziyarete gelenlere moral veriyordum. Bana mikrop bulaştırmamaları gerekiyordu. Benim durumum kritikti. Ameliyatım 6.5 saat sürdü. Doku nakli yapılmıştı ve o parça vücudumda kaynamasaydı tüm operasyonları yeniden geçirecektim.
Hastanedeki odamda küçücük bir pencerem vardı. Oradan denizi görüyordum. Nerelerde olmak istiyordum hadi başlıyordum onu çizmeye. İdeallerim vardı. Onlar için dayanmalıydım ve kendi manevi gücümle o süreci aştım. Resim yapmayı çok sevmeme rağmen beni bağlasanız bu kadar zamanı resim yapmak için harcayamazdım. Bu kadar hassas çalışamazdım. Çünkü gezmeyi görmeyi seven biriyim. Ama sabahın ışıklarına kadar çalıştığımı biliyorum. Kontroller için kan almak için gelip gidiyorlar ben 'Yine çalışmamı kestiler' diye kızıyordum.
Kızımla telefonda konuşmak, resim yapmak ve klasik müzik beni çok mutlu eden en önemli şeylerdi. Ve bunları yapabildiğim için Allah'a şükrediyordum
ACILARI DÜŞÜNSEYDİM RESMİN BENİ HAYATA
BAĞLADIĞINI KANITLAYAMAYACAKTIM
Ziyaretler sırasında çiçek getiriyorlar 'Hadi solmadan şunu da yapayım' diyorum. Hastaneye yatmadan muhabbet kuşlarım vardı. Onları özlüyorum çiziyorum.
Kemoterapi süreci en kötü olduğum dönemdi. Ama ben 'Şu resimleri bitireyim boş ver bulantıyı vs
''Benim sergim olacak bu resimler sergilenecek' diyip yine resme dalıyordum. Doktorlarım da beni öyle görünce mutlu oluyorladı. Kan alınırken çok sinirleniyordum. Diğer kolumdan işlem yapılması yasaktı, bir tek sağ kolum kalmıştı geriye, onu da rahat bırakmıyorlar, sürekli tüm işlemler tek kolumdan gerçekleştiriliyordu.
Üzülseydim, 'Ah elim ağrıyor vah elim ağrıyor' deseydim şu an elimde resmin beni hayata bağladığını gösteren bir kanıt olmayacaktı. Şimdi o resimlere baktıkça ağrıları dinlemediğim için daha da mutluyum.
Ben hep Polyannacılık oynadım. Öğrencilerim veya kızım onlara kötü gelen birşey anlatsalar bile olayın iyi bir yönünü bulup anlatmaya çalıştım. Bu hastalığımda da iyi bir taraf buldum ; resim ve müzik. Kızıma da onu söyledim. 'Anne ne yapayım senin için?' dediğinde 'Lütfen benim için sadece piyano çal. Senden tek isteğim bu' diyorum. Müzik, tüm ilaçlardan bile daha etkiliydi benim için
Acılar içindeki bedenimden beni uzaklaştırıyordu
Zaten sergimin kokteylinde de kızım piyanosu ile bana eşlik edecek.
HASTALIKTAN KONUŞMAYI SEVMİYORUM
Işın tedavisine gidiyorum. Mezar gibi bir yer, soğuk ...'Burada herhalde birşeyler var' diyor zihnimde resimler yapıyorum.20 dakika geçiyor onlar gelip hatırlatıyorlar sürenin dolduğunu. Aslında evren de size yardım ediyor. Ben sırada bekleyenlerin yaptığı gibi hastalıktan konuşmak istemiyorum ve bundan da hoşlanmıyorum. Işın tedavisi için beklerken bir pencere keşfettim 7-8 tane kuş var. Önüne de iki tuval koymuşlar. Orda bir doktor resim çalışıyor ve çalıştığı resmin boyası kurusun diye oraya bırakıyor. Onları incelemem için oraya bıraktıklarını düşünüyor, mutlu oluyorum. Onlara bakıyorum. Hangisi tamamlanmak üzere onu görüyorum. Kediler bazen kuşları kovalıyor. Onları seyrediyorum. İnsanlar ışın kendilerine ne yapmış onları anlatıyorlar ama inanın bana ne yaptığı umurumda değil. Bir buçuk ay ben o pencereden baktım. Benim baktığımı görüp te merak edenler aynı pencereden bir iki kez baktılar ama hiç birşeye anlam veremediler...
Sıram geldiğinde gidiyorum. Tedaviden çıktıktan sonra da kendimi sıcak çayla ödüllendirip kuşlara da yem veriyorum.
ÖĞRENCİLERİM BENİ İLK KEZ GÖRECEKLER; DİMDİK AYAKTA...
Rahatsızlık süresince tüm yan etkileri yaşadım ve insanlar beni böyle görsünler istemedim. Estetiğe çok önem veririm. Öğrencilerimin karşısına böyle çıkmak istemediğim için onlarla görüşmedim ama kapıma çiçekler, mektuplar bıraktılar. Şimdi sergimde en güzel şekilde göreceğim onları. Bakımlı, dimdik ayakta hep gördükleri gibi...
EDİTÖRE NOT:
Nilgün Çiğdem Fidan Kimdir?
O kendini rakamlarla, klasik ifadelerle anlatmak istemiyor.
Küçükken birşeyler çizmeye merakı olduğundan söz ediyor. Derslerinde bu nedenle öğretmenlerinden azar işitmiş. Oysa o konsantrasyonunu böyle sağladığını söylüyor.
Dönemin giysilerini beğenmediği için kendi giysilerini o yaşta kendisi çizer annesi de onu kırmaz bu giysileri dikermiş.
Resim dersi ödevini Renoir'in (Renuar) bir tablosuna bakarak çizmiş ve öğretmeni bu resmi kendisinin yapmış olamayacağını, onu kendisini kandırmakla suçlayıp aileyi okula davet etmiş. Sonunda yeteneğini görünce de Güzel Sanatlar okumasını önermiş.
Liseden fen bölümünden başarıyla mezun olmasına ve ailesinin de tıp arzusuna karşın doktor ve kan görme korkusu yüzünden yine başarılı olduğu güzel sanatlara yöneldi ve birincilikle kazandığı şimdiki adı Marmara Güzel Sanatlar Fakültesi olan okulu yine aynı başarıyla bitirdi.
Kariyer yapmak istemiş ancak babasının ısrarıyla aile şirketinde çalışmaya başlamış. Sonrasında gizlice girilen bir yüksek lisans sınavı var. O başarılınca yine okula dönüş. Mimar Sinan Üniversitesi'nde Master. Annelik. Annelikle birlikte küçük çocuklara (ilk öğretim) eğitim vermeye yönelmek.
Nilgün Çiğdem Fidan öğretmenliğine devam ediyor.