AFRODİT’TEN SARIKIZ’A TAHTAKUŞLAR

Kazdağı'nın eteklerinde kurulmuş Tahtakuşlar köyünde yaşayanların tamamı Alevi Tahtacı... Tahtacılar'ın ilk olarak Fatih tarafından Toroslar'dan gemilere kereste biçmeleri için getirildikleri söyleniyor

TURİZMİN SESİ-ERSOY SOYDAN


Bu hafta Tahtakuşlar köyüne gidiyoruz. Edremit"e bağlı Tahtakuşlar köyü Homeros'un bin pınarlı İda Dağı diye andığı Kazdağı'nın eteklerinde kurulmuş bir Tahtacı köyü. Yöre doğal güzellikleri kadar, Afrodit'ten Sarıkız'a kadar uzanan mitolojik söylenceleriyle de ünlü.

Birçok söylencede adı geçen Kaz (İda) Dağı, eski çağlarda Tanrıların Dağı olarak adlandırılıyor ve Zeus"un burada yaşadığına inanılıyordu. Antik kaynaklarda dünyanın ilk güzellik yarışmasının İda Dağı'nda yapıldığı ve Troya Prensi Paris"in Afrodit"i güzellik tanrıçası seçtiği anlatılır. Kazdağı'nın zenginliği söylencelerle sınırlı değil. Türkiye"nin oksijen oranı en yüksek bölgesi olan Kazdağı yemyeşil doğası, yürüyüş parkurları, tarihi kalıntıları, eteklerindeki kumsalları ve ilginç köyleriyle gerçekten görülmeye değer.

Tahtakuşlar köyü, Edremit Körfezi"nin mavisiyle Kazdağı'nın yeşilinin içine gizlenmiş bir hazine sanki. Üstelik Türkiye'nin ilk özel etnoğrafya müzesinin kurulduğu bir köy. Bu yüzden çok ünlü, gazete ve televizyonlarda hakkında sayısız haber yapıldığı yolu buralara düşenlerce mutlaka ziyaret ediliyor. Tahtakuşlar köyünde yaşayanların tamamı Alevi Tahtacı. Tahtakuşlar ve çevresinde yaşayan Tahtacılar'ın ilk olarak Fatih tarafından Toroslar'dan getirtildiği gemilere kereste biçtikleri kabul ediliyor.

Daha sonra bu yörede göçebe olarak yaşamaya devam eden Tahtacılar 18.yüzyılın başında yerleşik hayata geçmeye başlamış. Köyün kurucusunun o zamana kadar Düden Yaylası'nda yaşayan Karadana Salman adında bir Tahtacı olduğu kabul ediliyor. 1843 yılında devletten alınan izinle köy kurulmuş. Hüdavendigar (Bursa) Valisi Ahmet Vefik Paşa zamanında (1860-1864) göçebe Tahtacılar zorla yerleşik yaşama geçirilince köy daha da büyümüş.

TAHTACILAR KİMDİR?

Tahtacılar, Ege ve Akdeniz bölgesinin özellikle dağlık kesimlerde yaşayan bir Alevi-Türkmen oymağı. Geçmişte ormancılıkla uğraşmaları nedeniyle Tahtacı olarak adlandırılmışlar. Devletin ormanlardan ağaç kesimine sınır getirmesi, keresteye olan ihtiyacın azalması, kereste üretiminde gelişmiş teknolojilerin kullanılması gibi etmenler Tahtacıların yerleşik yaşama geçişini hızlandırmış. Tahtacıların atalarının Ağaçeriler olduğu ve Moğollar Türkistan"ı işgal edince Anadolu"ya göç ettikleri kabul ediliyor. Büyük olasılıkla 1240 yılındaki Baba İshak isyanına da katıldıkları, bu isyandan sonra Malatya ve Maraş civarındaki ormanlık bölgelere sığındıkları sanılıyor.

İşte bu yüzden ormanlarda yaşayan Türkmenlere "Ağaçeri" denilmiş. (Ağaçeri, ormanda yaşayan anlamına geliyor.) Ağaçerilerin bir kolu Karakoyunlularla birlikte İran'a gidip, varlıklarını orada sürdürürken, büyük bölümü ise Ege ve Akdeniz'in dağlık bölgelerine dağılarak Tahtacı adı altında da varlıklarını sürdürmüş.

Edremit çevresinde on Tahtacı yerleşimi daha var; Avcılar köyü, Kavlaklar köyü, Arıtaşı köyü, Mehmetalan köyü, Hacıhasanlar köyü, Çamcı köyü, Yassıçalı köyü, Doyran köyü, Güre'nin Türkmen Mahallesi ve Pelitli köyünün Türkmen Mahallesi. Çevrede Sünni Yörük köyleri de var. Eskiden Tahtacılar gibi göçebe oldukları bilinen Yörükler de aşağı yukarı aynı yıllarda yerleşik yaşama geçmiş. Beyoba, Uçurumoba, Ortaoba, İncirlioba, Yaşyer ve Kavurmacılar bu civardaki Yörük köylerinden.

Tahtakuşlar köyünün girişindeki etnografya müzesini Köy Enstitülü Alibey Kudar kurmuş. 1980 yılında emekli olup köyüne geri döndükten sonra Tahtacıların kültürel değerlerinin yok olmaya başladığını gören Alibey Kudar bir müze kurmaya karar vermiş. Uzun yıllar boyunca ailesiyle birlikte uğraşıp, çevreden topladıkları eşyalarla bu müzeyi (resmen galeri olarak anılıyor) kurmuşlar.

Müzeye 9 Temmuz 1992'de Selim Turan Sanat Galerisi (bu galeri de bir ilk doğal olarak), 1994 yılında da bir kitaplık eklenmiş. Zamanla ünü ülke sınırlarını aşan müzeye 1994 yılında UNESCO tarafından destekleme ödülü verilmiş. Müzede deniz kabuklarından giysilere, çadırlardan Hz.Ali'nin camaltı resimlerine kadar pek çok eşya, belge ve fotoğraf sergileniyor. Ayrıca yörede dokunmuş halı, kilim ve heybeler, incik boncuk gibi hediyelik eşyalar, şifalı otlar ve bal gibi doğal ürünler de satılıyor.

TAHTAKUŞLAR'DA BEŞ BAYRAM KUTLANIYOR

Tahtakuşlar'da tam beş bayram kutlanıyor: Kurban, Aşır (Muharrem), Hıdrellez, Cılbak (Sarıkız) ve Bişi (Ramazan). Bunların en renklisi 6-7 Mayıs günleri kutlanan Hıdrellez bayramı. Hıdrellez'de ilk olarak 6 Mayıs günü Manastır'daki eski (Aşağı) mezarlığa gidiliyor. Mezarlar temizleniyor, çiçeklerle donatılıyor, mezarların başında yemekler yeniyor, adaklar dağıtılıyor. Hıdrellez sabahı güneş doğmadan soğuk suyla banyo yapılıyor, böylece yıl boyunca hasta olunmayacağına inanılıyor.

7 Mayıs günü sabahı akrabalar toplanarak, ölmüş ataları için kurban kesiyorlar. Kurban eti yenildikten sonra en güzel elbiselerini giyip bu kez köyün yanındaki mezarlığa gidiyorlar. Bir gün önceden temizlenip, çiçeklerle süslenen mezarlıkta oturulup, yemekler yeniyor, adaklar dağıtılıyor. Ölmüşlere sanki yaşıyormuş gibi davranılıyor, ikramlarda bulunulup, sohbet ediliyor. Mezarlığa yalnızca Hıdrellez'de değil, her zaman büyük özen gösteriliyor, perşembe akşamları mezarlar temizlenip; yatırlara mum dikiliyor; mezar başlarına su dolu testiler, eşarplar, meyve, çerez gibi yiyecekler bırakılıyor.

Mezarları ziyarete gidenler, mezar başında ailece toplanıp yanlarında getirdiklerini yiyip, içiyorlar. Mezarlık o kadar güzel bir yerde ki insanın ölesi geliyor. Büyük Ozan Ali Ekber Çiçek de benim gibi düşünmüş olmalı ki o da burada yatıyor. Başta “Haydar Haydar” olmak üzere Türk Halk Müziği'ne 400"den fazla unutulmaz türkü armağan eden Ali Ekber Çiçek şimdi Kazdağları'nın eteğinde çam ve zeytin ağaçlarının arasındaki anıt mezarından Edremit Körfezi'ni seyrediyor.

HAYAT PINARLARI

Troyalıların Zeus'a yakardıkları Gargaron (Karataş) zirvesinde (1764 metre) Sarıkız'ın türbesi bulunuyor. Antik kaynaklarda İda'nın kutsal bir dağ olduğu anlatılıyor, zaman içinde dağın adı değişmiş ama kutsiyetinden bir şey kaybetmemiş. Zira yöre halkı şimdi de Sarıkız ve Kazdağı'nı kutsal kabul ediyor. Düden Yaylası"ndaki Şah Taşları"nın da mucizevi özellikleri olduğuna inanılıyor. Yöre halkı her yıl Ağustos ayının üçüncü haftasında çeşitli törenler yapıyor. Cumartesi günü Kartalçimen yaylasındaki Kazavlusu"na çadır kuran halk, o gün Kazdağı'nın doruğunda gömülü olduğuna inandıkları Sarıkız'ı; pazar günü Babadağ"ı, pazartesi de Şah Taşları"nı ziyaret ediyor.

Buradaki Zemzem Pınarı'nın kötü kalplilere suyunu vermediğine, Kız Pınarı'nın ise, evlenmek isteyen kızların kısmetini açtığına inanılıyor. Sarıkız'dan medet umanlar yatıra mum dikiyor, türbenin çevresinde bulunan küçük taşları, birer dilek dileyerek alıyor, eğer dilekleri gerçekleşirse, ertesi yıl taşı eski yerine bırakıyorlar. Tahtacılar dağa ziyarete ya da hayır ve adak yapmaya gitmeyi Cılbağa gitmek olarak adlandırıyor ve 15-30 Ağustos tarihleri arasına denk düşen dönemi Cılbak Bayramı olarak kutluyorlar. Dağdaki söylencelerin tümüne ve yöreye Cılbak diyorlar. Bu adın Sarıkız"ın babasına Çıplak (Fakir) Baba denmesinden kaynaklandığı sanılıyor.

EFSANEDEKİ SARIKIZ

Sarıkız efsanesinin farklı versiyonları da var; bunların hepsi de Kazdağı çevresinde geçiyor. Söylence kısaca şöyle: “Bir çoban, kızıyla birlikte Güre'ye gelir. Baba, koyun; kızı da kaz çobanlığı yaparak hayatlarını sürdürür. Baba, yaşlanınca Hacca gitmek ister, yola çıkmadan önce kızına, kendisinin dönüşünden sonra evlenebileceğini söyler. Ancak, babanın gidişinden sonra köyün gençleri, güzel kızın peşine düşer. Kız kimsenin yüzüne bakmadığı halde dedikodu ve iftiralarla zor duruma sokulur. Baba döndüğünde, halk tarafından, "kızın iffetini yitirdi" diye dışlanır, hakaretler edilerek kızını öldürmesi istenir.

Bu iftiralara kanan baba, kızını öldürmeye karar verir, kızını yanma alarak dağa doğru yola çıkar. Durumu fark eden kızın yüzü sapsarı kesilir. Bunu gören çocuklar, "Sarı kız, sarı kız" diye alay eder, böylece kızın adı Sarıkız kalır. Baba, kızını tepeye çıkarır; "İki rekât namaz kılayım da sonra kızımı öldüreyim" diye düşünür ve kızdan abdest suyu ister. Kızın verdiği su, tuzludur. Kız babasından özür diler ve acele ettiği için suyu denizden aldığını söyler. Kızın verdiği son su tatlı olunca, baba kızının ermiş olduğunu anlar ve pişmanlık duyarak karşı tepelere doğru kaçmaya başlar.

O anda dağın üstünü siyah bir bulut kaplar, baba-kız bulutun içinde kaybolur. Daha sonra buraya gelen çobanlar, kızı bir tepede (Sarıkız Tepesi), babayı da 10 km uzakta başka bir tepede (Babadağ) ölmüş olarak bulurlar. Baba ve kız bulundukları yerlere gömülür, mezarları daha sonra türbe haline getirilir.”

ERSOY SOYDAN
ersoy.soydan@gmail.com