TURİZMİN SESİ
Sivas ili, Hafik ilçesi, Değirmenseki köyünde 1948 yılında doğan Mustafa; köyün okulsuzluğu yüzünden köyün çobanı olur. Her sabah köy halkının keçilerini köyün meydanında toplar ve oradan araziye çıkararak besler köyün keçilerini... Köyün sakinleri, aralarında topladıkları 50 kuruşu Mustafa'ya aylık olarak vermektedir. Mustafa'nın çobanlığı böylece 12 yaşına kadar devam eder köyde.
Yedi kardeşin 4 numaralısı olan Mustafa, babası tarafından tuz ve gaz yağı almak için Hafik'e gönderilir eşeğiyle birlikte. Mustafa; kah yayan, kah eşşeğine binerek yürür ilçeye. Çünkü, köy ve ilçe merkezinin arasındaki yol 12 saat sürmektedir. Günübirliğine dönüş olanağı yoktur. Gecenin karanlığında köy yolunda yürümekte imkansız, hem de tehlikelidir küçük Mustafa için...
Bu nedenle Mustafa, geceyi eşeğiyle birlikte Hafik'in bir hanında geçirir. Hanın gecelik ücreti insanlar için 50 kuruş, hayvanlar için ise 25 kuruştur. Handa üst ranzalar insanlar için, ranzaların altları ise hayvanlara ayrılmış. Mustafa hancıya 50 kuruşu vermemek için çare aramakta. Sonunda bulur çareyi. Altta eşeğinin yanında yatıverir. Gece hancıya vermediği 50 kuruştan artan parayla sabah fırından 2 büyük ekmek alır 25 kuruşa. Ekmeklerden birini kendi yer, diğerini de şehir ekmeği diye köye götürür ve kardeşlerine taksim edip yedirir.
Mustafa'nın babası, 1962'de ailece köyden kalkar ve Hafik'in merkezine yerleşirler. Mustafa Hafik'te kısa bir süre kaldıktan sonra tek başına İstanbul'a gider. İstanbul'da Saraçhane'deki Çinili Hamama ait handa 40 kişinin arasında kalır. Hanın ne yatağı ne de yastığı vardır. 2 adet battaniye verilmiştir sadece. Birini altına serip, biri ile üzerini örterek geceleri Handa uyuyan Mustafa, Hancıya ayda 75 kuruş ödemektedir.
Gündüzleri de; kah boğaz tokluğuna, bazende az bir ücretle kahve çıraklığı ve lokantalarda bulaşıkçılık yapmaktadır. Önceden İstanbul Hilton Oteli'ne bulaşıkçı olarak işe giren bacanağı Ömer'in yardımı ile 1969'da bulaşıkçılığa alınan Mustafa, sonraki yıllarda ahçı çırağı ve ahçılığa terfi eder. Artık Hilton'da kahvaltı ahçısı olarak çalışmakta, sabah saat 04:00'te Feriköy'deki evden çıkıp, Hilton'da sabah saat 05:00'te işbaşı yapmaktadır Mustafa.
12 Eylül 1980 sabahı saat 04:00'te yatağından kalkmış ve Şişli Feriköy semtinden sokağa çıkıp, Hilton'a doğru yürümektedir Mustafa. Çünkü o gece otelde konaklamakta olan 600 kişilik otel misafirlerinin sabah saat 06:00 uçağına yetişmeleri için kahvaltılarını hazırlayacaktır. Osmanbey'e geldiğinde Pangaltı Halaskargazi Caddesi'nde Askeri tankların Taksim'e doğru hızla hareket etmekte olduklarını görür. Bu saatte tankların Taksim istikametine doğru hareket ettiklerini görünce; herhalde yine bir olay var diye düşünür Mustafa. Çünkü; o günlerde ülkenin aydınlarından ve gençlerinden anarşi ve terör nedeniyle günde ortalama 20'nin üzerinde can yitirilmektedir ülkede...
Mustafa Hilton'un karşısındaki Harbiye Orduevi'nin önüne geldiğinde 2 asker Dur! diyerek gecenin alaca karanlığında Mustafa'nın göğsüne silahlarını dayarlar. Mustafa korkudan bayılacak durumda iken jipten inen komutan Mustafa'ya: Kimsin? Bu saatte sokağa neden çıktın? Nereye gidiyorsun? diye sertçe sorguladığında; Mustafa kendini toparlar ve Komutanım, işte ben o otele gidiyorum. Ahçıyım. Otelde kalan ve saat 06:00 uçağına yetişecek 600 turistin kahvaltısını hazırlayacağım. Bırakında yetişeyim işime komutanım der. Bu defa Komutan, ellerinde silah, tetikte duran askerlere döner ve Bırakınız, gitsin emrini verir.
Mustafa yaklaşık 400 metre uzağındaki Hilton Oteli'ne adeta tazı gibi koşarak, hızla otele atar kendisini. Otelin kapısında duran Genel Müdür ve Otel Yöneticileri: Askeri Darbe yapıldı, sokağa çıkma yasağı kondu, sen nasıl gelebildin? diye merakla sorarlar ahçı Mustafa'ya. O vakit anlamış olur Mustafa, Türkiye'de askeri darbenin yapıldığını...
Mustafa, otelin koridorunda yürürken, bacaklarından aşağıya doğru bir sıcaklık hisseder; pantolonu da ıslak ve donunda da hafif bir ağırlık var... Koşar adımlarla soyunma dolabına gider. Çamaşırlarını çıkarıp gazeteye sarar ve çöpe atar. Duş alır, traş olur, yenilerini giyer ve işinin başına geçer.
Mustafa, askerlik görevini Ankara Garnizonu'nda jandarma eri olarak tamamlar. 25 yaşında şoför ehliyetini alabilmesi için İstanbul Bebek'teki Tevfik Fikret İlkokulunda dışarıdan sınava girer ve ilkokul diplomasını alır.
Mustafa 1984'te yıllık iznini geçirmek üzere Sivas'ın Hafik ilçesindeki ailesine gider. Eski Ata Ocağı Değirmenseki Köyü'ndeki halasının ziyaretine gideceği gün; Değirmenseki halkı da bir arada, köylerinde yapılacak olan ilkokul arazisinin belirlenmesi için Sivas'tan ya da Ankara'dan gelecek olan yetkili bir Milli Eğitim Müfettişini köy meydanında beklemektedirler. Bu arada Müfettiş Bey'e ikram etmek üzere köyün geleneksel yemek ve meyvelerinin de hazırlığını yapmışlar.
Gün boyu heyecanla beklenen Müfettiş Bey bir türlü gelmez Değirmenseki Köyü'ne Müfettiş Bey'in gelme umudunu yitiren Değirmenseki halkı, akşam karanlığı basmadan önce yavaş yavaş evlerine çekilmenin eğilimindedir. Çünkü köylerinde elektrik yoktur. Halk, köyün alanından tam dağılacakları dakikalarda bu defa İstanbul'daki terzisine diktirmiş olduğu takım elbisesi, beyaz gömlek üzerinde renkli papyonu ve ayaklarında rugan ayakkabıları içinde grand tuvalet köyün girişinde görünür Mustafa Halk büyük tezahürat ve davul zurna ile karşılar ve sıra ile Hoşgeldiniz Müfettiş Bey derler.
Mustafa, kendisine yapılan bu görkemli karşılamaya bir anlam veremez ve şaşkınlığını gizleyemez. Çünkü çok küçük yaşta köyden göç ettikleri için Ayşe halasından başka da kimse onu tanıyamaz. O halde bu sürpriz Ayşe halamın işi diye düşünen Mustafa, kalabalıklar arasında ayakta duran halasına yanaşır ve kulağına: Hala, ben çok küçükken ayrıldım. Köyde beni senden başka tanıyan olmaz. Eskilerden de kimse kalmadı, vefat ettiler. Yoksa sen mi düzenledin benim için böyle davullu zurnalı töreni? diye sorduğunda, halası ona işin gerçeğini anlatır acele acele ve Sesini çıkarma evladım, seni Müfettiş Bey bilsinler. Bırak biraz daha eğlenceye devam etsinler. Baksana gecenin karanlığında kimse evine gitmiyor. Meydana gaz lambalarını bile astılar der.
Mustafa, Ayşe halasının kendisine söylediklerinin aksine meydandaki halkın karşısına geçer ve onlara yüksek sesle şunları söyler: Canları; ben, gün boyu beklemiş olduğunuz Müfettiş Bey değilim. Ben yıllar önce bu köyden göç etmiş olan Hasangil'in oğlu Ali'nin oğlu Mustafa'yım. Ben; Ayşe halamı, sizleri ve doğduğum köyümün toprağını ziyaret etmek ve ölülerimizin başında dua etmek için İstanbul'dan geldim dediğinde Mustafa, alkış sesleri ile inler köyün meydanı O kadar ki, karşıda bulunan komşu Alibeyli köyde bile duyulur halkın coşkusu. Peşi sıra ve daha çok ileri yaştakiler Hasangillerin Mustafa'sını hatırladılar, küçüklüğünü ve duygulu yüzlerle tek tek öpmeye başladılar yanaklarından Mustafa'larını
Yılların geçmesine karşın, İstanbul'da ve Hafik'teki hemşehrileriyle düğünlerde ya da herhangi bir etkinlik nedeniyle bir araya geldiklerinde Hoşgeldin Müfettiş Bey diyorlar aşçı Mustafa SARIGÖZ'e
Özet olarak; sizlerle paylaşmış olduğum Sivaslı Mustafa'nın hayat serüveni bir yerde Anadolu'muzun binlerce Mustafaların birer hayat serüvenidir
Emekli olan Mustafa, şimdi Marmara Denizi'nin ortası Avşa Adası, Yiğitler Beldesinde 2 katlı, bahçeli evinin bir katında kendisi oturmakta, diğer katını da pansiyon olarak işletmektedir.
1940'lı yılların başlarında, kurucusu bulunduğu Köy Enstitülerini yerinde incelemeye sağ kolu TONGUÇ'la yurt gezisine çıktıklarında o unutulmaz Milli Eğitim Bakanımız Hasan Ali YÜCEL'in söylediği: Anadolu'da kendi kendine açıp solan çiçek bırakmayacağız ülküsünün ve hedefinin bir tek çiçeği olsa gerek yazımızın konusu olan Sivaslı Mustafa
Dileğimiz; Türk halkının Mustafa çocukları, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ün düşüncesi yolunda ve izinde uygarlığa yürüsünler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.